İdare Mahkemesi Kararlarında Gerekçe

İdare Mahkemesi Kararlarında Gerekçe

İdare Mahkemesi Kararlarında Gerekçe

İdare Mahkemesi Kararlarında Gerekçe

Gerekçeli karar hakkı denetiminin, gerekçenin hukukî olup olmadığı, yeterli ve mâkûl olup olmadığı, gerekçenin öğrenilip öğrenilmediği, tarafların iddialarının karşılanıp karşılanmadığı, gerekçenin mâkûl sürede yazılıp yazılmadığı ilkeleri açısından yapılması gerektiği.

Taraf İddiasının karar gerekçesinde karşılanmaması halinde gerekçeli karar hakkının ihlal edilmiş sayılması gerektiği hakkında.

Danıştay 13. Dairesi  Kararı:

 “…

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Âdil Yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinde, herkesin, gerek medenî hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizâlar, gerek cezaî alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının mâkûl bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu belirtilmiş olup, âdil yargılanma hakkının düzenlendiği bu maddede, kanun ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davanın görülmesi, davanın mâkûl bir süre içinde sonuçlandırılması, hakkaniyete uygun yargılama ve alenî yargılama ilkelerine açıkça yer verildiği görülmektedir. Hakkaniyete uygun yargılama ilkesi, silahların eşitliği, çekişmeli dava, gerekçeli karar hakkı unsurlarının bir arada mevcut olmasını gerektirmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde, gerekçeli karar hakkı denetiminin, gerekçenin hukukî olup olmadığı, yeterli ve mâkûl olup olmadığı, gerekçenin öğrenilip öğrenilmediği, tarafların iddialarının karşılanıp karşılanmadığı, gerekçenin mâkûl sürede yazılıp yazılmadığı ilkeleri açısından yapıldığı görülmektedir.

Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına göre, bir uyuşmazlık ayrıntılı ve yeterli gerekçeye yer verilmeden karara bağlanıyorsa âdil ve hakkaniyete uygun yargılama açısından ihlâl gerçekleşebilmektedir. (Zühal A. Sunay, "Gerekçeli Karar Hakkı ve Temel İlkeleri", Danıştay Dergisi, 2016, sayı 143, s.24-26)

Anayasa Mahkemesi'nin 13/06/2013 tarih ve Başvuru No: 2013/1235 Sayılı kararında ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olmasının, âdil yargılanma hakkının bir gereği olduğu; mahkemelerin dava konusu maddî olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, bu sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini mâkûl bir şekilde gerekçelendirmek zorunda olduğu; bu gerekçelerin oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması ve mâkûl bir biçimde gerekçe gösterilmesi hâlinde âdil yargılanma hakkının ihlâlinden söz edilemeyeceği; mâkûl gerekçenin, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukukî düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerektiği; zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usûlüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunmasının zorunlu olduğu; bununla birlikte, derece mahkemelerinin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğunun bulunmadığı, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunu ortaya koymasının yeterli olduğu belirtilmiştir.

Davacının, uyuşmazlık konusu dönemdeki fiilleriyle mülga Sermaye Piyasasında Finansal Raporlamaya İlişkin Esaslar Tebliği'nin 5. ve 9. maddesini ihlâl ettiği anlaşılmakla birlikte, davacının dava dilekçesinde yer verdiği esasa etkili iddiaların kararda karşılanmadığı görülmektedir.

Bu kapsamda, davacının dava ve temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü soruşturma zamanaşımı iddiasının incelenmesi gerekmektedir.

Kabahat, haksızlığın gerçekleştirilmesi hâlinde karşılığında idari makamlarca yaptırım uygulanacak fiillerdir. Haksızlığa ilişkin fiiller arasında suç veya kabahat oluşturup oluşturmadığı fiile göre değil, haksızlığı oluşturan fiil karşısında uygulanan müeyyideye göre belirlenmektedir. 5326 Sayılı Kanun'da kabahatler idarî para cezası ve idarî tedbîrler olarak ikiye ayrılmıştır.

İdarî para cezası, kanunda öngörülen haksızlığın kişiler tarafından gerçekleştirilmesi hâlinde, bir miktar paranın failden alınmasına yönelik, idarî makamlarca tesis edilen idarî yaptırım türüdür. İdarî para cezalarında, para miktarı kanunda maktû veya nispî olarak belirlenebileceği gibi kanunda alt ve üst sınırı belirtilmek şartıyla takdir yetkisi çerçevesinde idarî makamlara da bırakılabilmektedir.

Fiilin sona erdiği tarihte yürürlükte bulunan 2499 Sayılı Kanun'un 47/A maddesinde Kurul kararlarına aykırı davrananlara 15.000,00-TL'den az 100.000,00-TL'den çok olmamak üzere Kurul tarafından takdir edilecek miktarda idarî para cezası uygulanacağı belirtilmiş, 5326 Sayılı Kanun'un 17. maddesinin 7. fıkrası uyarınca da Kanun'da öngörülen alt ve üst sınırın yeniden değerleme oranında arttırılması sebebiyle, 2499 Sayılı Kanun'un 47/A maddesinde, 2011 yılı için alt sınır 18.492,00-TL, üst sınır ise 123.278,00-TL olarak belirlenmiş, davacıya ise alt sınırdan idarî para cezası uygulanmıştır.

Davaya konu idarî işlemin idarî para cezası olduğu, 5326 Sayılı Kanun'un birinci kısmı olan genel hükümlere ilişkin düzenlemelerinin, kanun yoluna ilişkin düzenlemeleri haricinde 5326 Sayılı Kanun'da düzenlemeyen idari yaptırımlara da uygulanacağı, bu nedenle uyuşmazlık konusu idari işleme 5326 Sayılı Kanun'un soruşturma zamanaşımına ilişkin 20. maddesinin uygulanacağı açıktır.

5326 Sayılı Kanun'un 20. maddesinde, soruşturma zamanaşımının dolması hâlinde idarî para cezası verilemeyeceği, soruşturma zamanaşımı süresinin, 100.000,00-TL veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde beş, 50.000,00-TL veya daha fazla idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde dört, 50.000,00-TL'den az idarî para cezasını gerektiren kabahatlerde üç yıl olduğu, nispî idari para cezalarında ise soruşturma zamanaşımı süresinin sekiz yıl olduğu kurala bağlanmıştır.

Nispî, "nisbetle olan, kıyaslama ile olan, göreli, birbirine göre, öncekine göre" olarak tanımlanmaktadır. (Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, 33. Baskı, Ankara, S. Kitabevi Yayınları, 2017, s. 983) Nispî idari para cezası, kanun tarafından belirtilen oranın faillin fiiliyle elde ettiği yarar veya yol açtığı zarara uygulanmasıyla hesaplanan idarî para cezasıdır. 5326 Sayılı Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrasında nispî idari para cezalarına uygulanacak olan soruşturma zamanaşımı süresinin sekiz yıl olduğu belirtilmiştir. idarî para cezasının miktarı belirlenirken kanun tarafından öngörülen bir oran dikkate alınmadığından dava konusu işlemin nispî idari para cezası olmadığı açıktır.

Hâkimin, soyut hukuk kuralını somut olaya uygulayabilmesi için, öncelikle o kuralın anlamını, amacını ve kapsamını belirlemesi gerekmekte olup yazılı hukuk kurallarının nasıl yorumlanacağına ilişkin olarak Anayasa ve kanunlarda doğrudan bir düzenleme bulunmamakla birlikte, doktrin ve yargı içtihatlarıyla yorum yöntemleri ve yorum ilkeleri benimsenmiştir. Bunlar; kanunda yer alan kelimelerin ve ifadelerin dil bilgisi kuralı çerçevesinde cümle yapısı içindeki anlamları araştırılarak yapılan lafzî yorum; kuralın, kanunun genel sistematiği içindeki yeri, diğer mevzuat kuralları ile olan bağlantısı ve ilişkisi araştırılarak yapılan sistematik yorum; kanun koyucunun, kanunun yapıldığı zamandaki iradesi ve amacı araştırılarak yapılan tarihsel yorum ve kuralın değişen ekonomik ve sosyal şartlar altında kazandığı objektif anlamı araştırılarak yapılan amaçsal yorum yöntemleridir.

Mülga 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun sistematiğinde, ceza gerektiren haksızlıklar, cürümler ve kabahatler olarak ikiye ayrılmaktaydı. Bunlar arasındaki fark haksızlığın veya cezanın niteliğinden ziyade niceliğine dayanmaktaydı. Avrupa'da ve ülkemizde kabahatlerin suç olmaktan çıkarılması eğiliminin artmasıyla Türk Ceza Reformu kapsamında, 5237 Sayılı Kanun, 5271 Sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu ve 5326 Sayılı Kanun yakın tarihlerde yürürlüğe girmiş, eskiden Ceza Kanunu'nda yer alan kabahatler, müstakil bir kanunla düzenlenmiştir. (5271 Sayılı Kanun ve 5326 Sayılı Kanun'un genel gerekçeleri). 5271 Sayılı Kanunla 5326 Sayılı Kanun arasında bulunan tarihsel yakınlıkla birlikte, 5326 Sayılı Kanun'un 5., 6., 10., 12., ve 13. maddelerinde olduğu gibi bir çok maddesinde 5271 Sayılı Kanun'a atıf yapıldığı görülmektedir.

Bu itibarla, 5326 Sayılı Kanun'un 20. maddesi yorumlanırken, 5271 Sayılı Kanun'un göz önüne alınması gerekmektedir.

5326 Sayılı Kanun'un 20. maddesinin 2. fıkrasında, idarî para cezasına uygulanacak olan soruşturma zamanaşımı süresinin tespiti, fiile uygulanacak olan idarî para cezası miktarına tâbidir. Kanunda alt ve üst sınır belirtilerek uygulanacak olan idarî para cezasının idarî makamların takdirine bırakıldığı hâllerde, soruşturma zamanaşımı süresine ilişkin olarak 5326 Sayılı Kanun'un 20. maddesinin 2. fıkrasının lafzında açıklık bulunmamaktadır. Soruşturma zamanaşımı süresinin dolması durumunda idare tarafından idari para cezası verilemeyecektir. Bu açıdan idarenin, soruşturma aşamasında, soruşturma zamanaşımı süresini öngörebilmesi, aynı zamanda takdir yetkisini kullanırken zamanaşımı baskısı altında kalmaması için kanunda alt ve üst sınırı belirtilmek suretiyle idari makamlara takdir yetkisi verilen idari para cezalarında kanunda düzenlenen üst sınırın dikkate alınması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Nitekim, 5237 Sayılı Kanun'un 66. maddesinin 4. fıkrasında, zamanaşımı süresinin belirlenmesinde, cezanın üst sınırının dikkate alınacağı düzenlenmiş olup bu düzenleme dikkate alındığında da yukarı anılan yorumun tarihsel ve amaçsal yoruma uygun olduğu anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, temyize konu kararda, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerden hiçbirisi bulunmamakta ise de, gerekçeli karar hakkı çerçevesinde kararın belirtilen gerekçelerle onanması gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

  1. Davacının temyiz isteminin reddine,
  2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu ...Bölge İdare Mahkemesi .... İdari Dava Dairesi'nin ...tarih ve E:..., K:...sayılı kararının yukarıda belirtilen GEREKÇEYLE ONANMASINA,
  3. Temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına,
  4. Posta giderleri avansından artan tutarın davacıya iadesine,
  5. 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 50. maddesi uyarınca, bu onama kararının taraflara tebliğini ve bir örneğinin de ...Bölge İdare Mahkemesi .... İdari Dava Dairesi'ne gönderilmesini teminen dosyanın .... İdare Mahkemesi'ne gönderilmesine, 25/05/2022 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.”

* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13