Takibi Şikayete Bağlı Suçlar Yönünden Katılanın Eşinin Şikayetinin Mahiyeti
YARGITAY Ceza Genel Kurulu ESAS: 2014/15 KARAR: 2015/38
Sanık N.. K.. hakkında taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasının 5237 sayılı TCK'nun 73/1. maddesi uyarınca şikayet hakkının süresinde kullanılmaması nedeniyle düşmesine ilişkin, İstanbul 23. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 16.09.2010 gün ve 435-1293 sayılı hükmün katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 18.04.2013 gün ve 18191-10421 sayı ile;
"12.03.2009 tarihinde mağdur K.. B..'ın, sanığın kullandığı otobüsten düşerek, vücudunda 4. derece kemik kırığı oluşacak şekilde yaralandığı, mağdurun eşi K.. B..'ın 26.03.2009 tarihli dilekçesi ile Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak, sanıktan şikayetçi olduğunu beyan ettiği, bu başvuru üzerine kolluk tarafından, sanığın, tanıkların ve mağdurun eşi K.. B..'ın müşteki olarak ifadesinin alındığı, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının 12.03.2010 günlü iddianamesi ile sanık hakkında taksirle yaralama suçundan TCK’nun 89/1, 89/2-b maddeleri gereğince cezalandırılması istemi ile dava açıldığı ve artık kovuşturma aşamasına geçildiği, 5271 sayılı CMK’nun 158/6. maddesi gereğince, kovuşturma aşamasına geçildikten sonra, suçun şikayete tabi olduğunun anlaşılması halinde, mağdur açıkça şikayetten vazgeçmediği taktirde, yargılamaya devam olunup, sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, düşme kararı verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 16.07.2013 gün ve 201648 sayı ile;
“Katılan K.. B..'ın taksirle yaralandığı olayda, atılı suçun şikayete tabi olduğu hususunda bir ihtilafın bulunmadığı, şikayet hakkının şahsa bağlı haklardan olduğu nazara alındığında, katılanın eşinin yapmış olduğu şikayet başvurusunun şikayet koşulunun yerine getirilmesi olarak yorumlanamayacağı, sanık hakkında 12.03.2010 tarihli iddianame ile dava açıldıktan sonra olaydan 6 aylık süre geçtikten sonra, katılanın duruşmada sanıktan şikayetçi olarak kamu davasına katılması ve daha sonraki aşamalarda şikayetinden açıkça vazgeçmemiş olması, CMK’nun 158/6. maddesi uyarınca 'kovuşturma aşamasına geçildikten sonra suçun şikayete tabi olduğunun anlaşılması' şeklinde yorumlanmasına dayanak yapılamayacağı, Yerel Mahkemenin '... taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçunun takibi şikayete tabii olduğu, olay nedeni ile yaralanan K.. B..'ın 6 aylık yasal şikayet süresi içerisinde şikayetçi olmadığı, bu durumda kovuşturma koşulu, şikayet şartı gerçekleşmediği anlaşılmakla, sanık hakkında bu suçtan açılan kamu davasının 5237 sayılı TCK'nun 73/1, 89/5 ve 5271 sayılı CMK'nun 223/8. madde ve fıkraları uyarınca düşürülmesine' ilişkin kararının usul ve yasaya uygun bulunduğundan onanmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle bozulmasına karar verilmesi kanuna aykırı görülmüştür ” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur
5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 30.10.2013 gün ve 17296-23961 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; şikayete bağlı taksirle yaralama suçundan, şikâyetin süresinden sonra yapılmış olmasına rağmen açılmış bulunan kamu davasında düşme kararı verilmesinin CMK'nun 158/6. maddesine aykırı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılanın, 12.03.2009 günü sanığın sevk ve idaresinde bulunan özel halk otobüsünden ineceği sırada aracın hareket ettirilmesi nedeniyle yere düşüp yaralandığı, bu sırada kaza mahalline polis ekibinin geldiği, katılanın gelen polislere bir şeyi olmadığını, diyaliz hastası olduğunu ve hastaneye gitmesi gerektiğini söylemesi üzerine, sanığın yoldan geçen bir ticari taksiyi durdurup katılanı hastaneye gönderdiği,
Olay nedeniyle kalçası kırılan katılanın, 4 gün hastanede tedavi gördükten sonra taburcu edildiği, 11.02.2010 tarihinde Adli Tıp Kurumu Eyüp Şube Müdürlüğünce düzenlenen raporda; katılandaki yaralanmanın yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği, mevcut kemik kırığının hayati fonksiyonlarını 4. derecede etkilediği bilgilerinin yer aldığı,
Katılanın eşinin 26.03.2009 tarihinde Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma başlatıldığı, 12.03.2010 tarihinde sanık hakkında taksirle yaralama suçundan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldığı, 25.05.2010 tarihli ilk oturuma iştirak eden katılanın sanıktan şikâyetçi olduğunu beyan ettiği, bu tarihten önce her hangi bir başvurusunun ve şikâyetinin bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
TCK'nun 'Taksirle yaralama' başlıklı 89. maddesi: "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, b) Vücudunda kemik kırılmasına, c) Konuşmasında sürekli zorluğa, d) Yüzünde sabit ize, e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına, d) Yüzünün sürekli değişikliğine, e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâlinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz" şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin beşinci fıkrasına göre taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır.
Birinci fıkra kapsamındaki taksirle yaralama fiili bilinçli taksirle işlenmiş olsa bile takibi şikâyete bağlı iken, birinci fıkra dışındaki taksirle yaralama fiillerinin bilinçli taksirle işlenilmesi halinde şikâyet aranmaksızın soruşturma ve kovuşturma yapılabilecektir. TCK'nun 73. maddesi uyarınca şikâyetin, hak sahibi kişi tarafından altı ay içerisinde yapılmış olması da zorunludur. Aksi halde takibi şikayete bağlı olan taksirle yaralama suçundan soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi mümkün olmayacaktır.
Ceza Muhakemesi Kanunun "İhbar ve şikayet" başlıklı 158. maddesi;
"(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.
(2) Valilik veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyet, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(3) Yurt dışında işlenip ülkede takibi gereken suçlar hakkında Türkiye'nin elçilik ve konsolosluklarına da ihbar veya şikâyette bulunulabilir.
(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.
(6) Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde, yargılamaya devam olunur." hükümlerini içermektedir.
Ceza muhakemesinde ihbar ve şikâyetlerin hangi mercilere ne şekilde yapılacağı hususlarını düzenleyen maddenin uyuşmazlık konusunu ilgilendiren altıncı fıkrası, hukukumuza ilk defa 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile getirilmiş bir düzenlemedir. Bu düzenleme, TCK'nun 73/2. maddesindeki şikâyete ilişkin; "Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz, zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar" şeklindeki düzenlemenin önemli bir istisnasını oluşturmaktadır.
Maddenin altıncı fıkrası hükümet tasarısında; "...soruşturması ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda ihbarın şikâyet hükmünde olduğunu beyan ile bu husustaki Yargıtay içtihadının kanun hükmü hâline getirildiği" gerekçesiyle; "soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olan bir suçun mağdurunun, bu fiilden dolayı yaptığı ihbar şikâyet hükmündedir" şeklinde yer almakta iken, Adalet Komisyonu tarafından; "suçun soruşturma ve kovuşturmasının şikayete bağlı olduğunun daha sonra anlaşılması halinde doğabilecek hak kaybını önlemek amacıyla" değiştirilmiş ve mevcut haliyle kanunlaşmıştır.
Komisyon gerekçesinde de işaret edildiği gibi, öğretide bazı yazarlarca "varsayılan şikâyet" olarak da isimlendirilen bu düzenlemeyle, kanun koyucu tarafından, soruşturma aşamasında kendisine karşı gerçekleştirilen eylemin şikâyete tâbi olmayan bir suçu oluşturduğu, dolayısıyla kamu adına soruşturulacağı düşüncesinde olan mağdurun şikâyette bulunmakta göstereceği ihmal veya aynı düşüncede olan soruşturmayı yürüten görevlilerin de mağdurun şikâyetçi olup olmadığının tespiti bakımından gösterecekleri özensizlik nedeniyle mağdurun hak kaybına uğramasının önüne geçilmek istenilmiştir.
Maddenin altıncı fıkrasında öngörülen hüküm gereğince, yürütülen soruşturmaya konu eylemin takibi şikâyete bağlı olmayan bir suçu oluşturduğu düşüncesiyle hareket eden Cumhuriyet savcısının dava açması üzerine kovuşturma evresine geçildikten sonra eylemin gerçekte takibi şikâyete tâbi olan bir suçu oluşturduğunun anlaşılması halinde mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde yargılamaya devam edilecektir. Soruşturma aşamasından itibaren takibi şikâyete bağlı bir suç oluşturduğu açıkça anlaşılan eylemler bakımından hak sahibi tarafından süresinde yapılmış bir şikâyet bulunmadığı halde bu husus dikkate alınmaksızın kamu davası açılmış ve kovuşturma evresine geçilmiş olması, şikayetin süresinde yapılmadığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Zira burada eylemin takibi şikâyete bağlı bir suç oluşturduğunun kovuşturma aşamasında anlaşılmasından bahsetmek mümkün olmayacaktır. Sözgelimi, mağdurun ayakkabısının çalındığı düşüncesiyle yürütülen soruşturma sonucunda hırsızlık suçundan açılan kamu davasında kovuşturma aşamasına geçildikten sonra eylemin gerçekte TCK'nun 155/1. maddesi kapsamında takibi şikâyete bağlı "güveni kötüye kullanma" suçunu oluşturduğunun tespiti halinde mağdur açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde yargılamaya devam edilecektir. Buna karşın eylemin soruşturma aşamasında da takibi şikâyete bağlı güveni kötüye kullanma suçu olarak kabul edilip, süresinde şikâyet de bulunmamasına rağmen TCK'nun 155/1. maddesi sevkiyle kamu davası açılmış olsa bile yargılamaya devamla sanığın cezalandırılmasına karar verilmesi mümkün olmayacak, hak sahibi tarafından süresinde yapılmış bir şikâyetin bulunmaması nedeniyle kamu davası düşme kararı ile sonuçlandırılacaktır.
Nitekim öğretide de söz konusu maddenin altıncı fıkrası ile ilgili olarak; "Soruşturma evresinde suç, takibi şikâyete bağlı bir suç olarak değerlendirilmezse, suçtan zarar görenin bildirimi ihbar niteliğinde olacaktır. Kovuşturma evresinde bu suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde soruşturma evresinde de ihbar olarak yapılan bildirim şikâyet olarak kabul edilir. Suçtan zarar görenin kovuşturma evresinde yeniden şikâyet dilekçesi vermesi gerekmez. İhbar dilekçesi şikâyet dilekçesine dönüşür. Suçtan zarar gören açıkça şikâyetten vazgeçmediği takdirde yargılamaya devam olunur" şeklinde görüşlere yer verilmiştir. (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 10. Baskı, İstanbul, 2013, s. 86)
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Katılanın, 12.03.2009 günü sanığın sevk ve idaresinde bulunan özel halk otobüsünden ineceği sırada aracın hareket ettirilmesi nedeniyle yaralandığı olayda, katılanın eşinin müracaatı üzerine sanık hakkında soruşturma yapılarak TCK'nun 89/1 ve 89/2-b-son maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle kamu davası açıldığı, olayın üzerinden yaklaşık olarak 1 yıl 2 ay geçtikten sonra katılanın ilk defa mahkemede sanıktan şikayetçi olduğunu beyan ettiği, bilinçli taksirle hareket etmediği anlaşılan sanığın eyleminin sevk maddelerine uygun şekilde takibi şikâyete bağlı taksirle yaralama suçunu oluşturduğu, şikayetin hak sahibi kişi tarafından bizzat yapılması gerektiği, katılanın altı aylık kanuni süre içerisinde bizzat şikâyette bulunmadığı, süresinden sonra yaptığı şikâyetin hukuki sonuç doğurmayacağı anlaşıldığından yerel mahkemece sanık hakkındaki kamu davasının düşmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.,
Nitekim CGK'nun 27.05.2014 gün ve 1529-283 ve 10.06.2014 gün ve 835-320 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, 2-Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 18.04.2013 gün ve 18191-10421 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, 3- Usul ve kanuna uygun olan İstanbul 23. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.09.2010 gün ve 435-1293 sayılı hükmünün ONANMASINA, 4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.