c) Maddî bir zararın meydana gelmiş olması
Devletin MK1007 gereğince sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulmasından maddî bir zararın doğmuş bulunması gerekir. Manevî zararlardan dolayı MK 1007’ye dayanılarak Devlete karşı tazminat davası açılmaz. Tapu siciline yapılan yolsuz tescili düzeltme yolu ile zararı önleme imkânı mevcut oldukça, zarardan ve devletin sorumluluğundan söz edilemez. Bu sebeple 10yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz.
Örneğin, mahdut(sınırlı) bir aynî hakkın sicilden yanlışlıkla terkini, bir kimsenin sahtedir vekâletname ile sicilde başkasına ait bulunan bir taşınmazı üçüncü bir kişiye devretmesi veya ölmüş birinin adına kayıtlı taşınmazı sahte bir veraset senedi ile kendi üzerine geçirmesi gibi hallerde sırasıyla, mahdut aynî hakkın sahibi, asıl malik, mirasçılar açacakları tashih davası ile sicildeki buyotsuzlukların giderilmesini sağlayabileceklerinden, henüz aynî hakkın kaybından dolayı bir zararın varlığından söz etmeye imkân yoktur. Fakat bütün bu durumlarda, sicil düzelttirilemeden, taşınmaz iyi niyetli bir üçüncü kişi tarafından iktisap edilecek olursa, bu takdirde gerçek hak sahipleri artık sicilin düzeltilmesini isteyemeyeceklerinden, Devlet’in sorumluluğunu gerektiren bir zarar doğmuş olur. Buna karşılık taşınmazı iktisap eden üçüncü kişi iyi niyetli değilse, onun aleyhine sicilin düzeltilmesi için tashih dâvası açılabileceğinden yine ortada aynî hakkın kaybı dolayısıyla bir zarar sözkonusu değildir.
Diğertaraftan, yanlış kaydı düzelttirmek için dava açma imkânı bulunduğu sürece buyanmış kayıttan doğan zarar, bunun düzeltilmesi için yapılacak giderler tutarıdır. Buna karşılık yanlış kaydı düzelttirmek için iyi niyetle açtığı davayı kaybeden kişinin zararın kapsamına, bir yandan hakkın kaybından doğan zarar, öte yandan kaybettiği dava giderleri girer. (YHGK, 21.11.1982. 4–548/46)
Aynî hakkın sona ermesi nedeniyle Devlet’ten tazminat istenebilmesi için hakkın sona erdiğinin her durumda kesin bir ilâmla tespiti gerekir. Bu bakımdan, üçüncü kişilerin iktisabının geçerliliğinin, yani zararın gerçekleşip gerçekleşmediğinin anlaşılabilmesi için bunlara karşı da bir tashih davası açılmalıdır. Çünkü üçüncü kişilerin iyi niyetli olup olmadığı «nazarî mütalaalarla değil, ancak bir mahkeme ilâmı ile
tespit edilebilir». Açılan tashih dâvasının masrafları da Devlet’ten istenebileceğine göre, böyle bir zorunluluk, asıl hak sahipleri yönünden de bir külfet teşkil etmez. Bu bakımdan tashih davasının reddine ilişkin karar kesinleşmedikçe, gerçekleşmiş bir zarardan söz edilemeyeceğinden Devlet’e karşı da MK 1007gereğince bir dava açmaya imkân yoktur.
Zararın gerçekleştiğinin kesin bir ilâmla tespiti sorumluluğun doğum şartı olduğundan, bu hususlar Devlet’e karşı açılan tazminat davasında rensen dikkate alınmalıdır.
Sahte veya yanlış vekâletle tapu kaydına ipotek konulması halinde, ipotek borçlusunun aczi gerçekleşmedikçe zarar doğmuş solmayacağından Hazine sorumlu tutulamaz(Yargıtay 4. H.D. 13.12.1974, 116841 sayılı kararı).
ç) Uygun illiyet bağının varlığı
Devletin zarardan sorumlu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulması ile zarar arasında(haksız fiillerdeki) bir “uygun illiyet ” bağının varlığına ihtiyaç vardır.
Zarar ile tapu sicilinin yolsuz tutulması arasında bir illiyet bağının bulunması, zararın, sicilin tutulmasına ilişkin hukuka aykırı bir fiil veya içtinabın sonucu olarak ortaya çıkması demektir. Eğer zararın sebebi sicilin yolsuz tutulması değilse, yani bu ikisi arasında bir sebep-sonuç bağı yoksa bu takdirde Devlet’in sorumluluğundan da söz edilemez. Nitekim sahte vekilden satın almış olduğu taşınmazı, gerçek hak sahibinin sicildeki yolsuz tescili düzelttirmesiyle, geri vermek zorunda kalan kimse, taşınmaz için ödediği bedeli ve satış için ödediği harçları Devlet’ten isteyemez. Çünkü bu durumda zarar sicildeki yolsuzluğun yarattığı bir görünüşe güvenilmesi sonucu değil, sahte vekâletnameye güvenerek geçersiz bir satış sözleşmesi yapılmış olmasından
İleri geldiğinden, zararla sicil yolsuzluğu arasında bir illiyet bağı yoktur. Devletin sorumluluğu için, önceleri tapu sicilinin yolsuz tutulması ile zarar arasında dolaylı-dolaysız illiyet ayırımı yapılmışsa da, sonradan bu ayırım terk edilerek sadece uygun bir illiyet bağının varlığı yeterli görülmüştür.
“Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte vekâletnameye dayalı olarak satışı yapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan kişiye karşı açılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiş ve temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş vekâletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan vekâletnameden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zar arlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zar arlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir.
Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.’nun1007. Maddesi sebep sorumluluğunu ön görmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının (Maliye Hazinesi) sorumluluğundan söz edilemez. Mahkeme kararı, açıklanan nedenlerle yerinde görülmüş ve onanması gerekmiştir.” (Yargıtay 4. H.D. 18.10.2005, E.2004/12650, K. 2005/11104)
“Görüldüğü gibi zar arlandırıcı eylem, tapu sicilinin tutulmasından değil, gerçek kişi olan davalıların hukuka aykırı olanadır kusurlarından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Hazine Medeni Kanunun 917.maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından dolayı kusursuz sorumlu ise de, kusursuz sorumlulukta dahi hukuka aykırı eylem ile zar arlandırıcı sonuç arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Diğer bir anlatımla hukuka aykırı olan eylem ile zarar arasında ki uygun illiyet bağı, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru veyahut da beklenmeyen bir nedenden dolayı kesilmiş olmamalıdır.
Somut olayda gerçek kişi olan davalılarınadır kusuru sonucu illiyet bağının kesildiği böylece, kusursuz sorumlu olan hazinenin de bundan dolayı sorumlu olmadığı sonucuna varılmalıdır. Aksi durumda her kusursuz sorumluluk halinde uygun illiyet bağının varlığı aranmayacaktır. Bu durumda da kusursuz sorumluluk hallerinde kusursuz sorumlu olanın sorumluluktan kurtulma olanağı ortadan kalkmış olacaktır. Böylece kusursuz sorumluluk halleri ile riskten kaynaklanan sorumluluk birbiri ile örtüşecektir ki hukukumuzda risk nazariyesine göre sorumluluk Medeni Kanunun 917. maddesinde öngörülmemiştir.” (Yargıtay4. H.D., 27/01/2000, E. 2000/18, K. 2000/545)
d) Kusurun aranmaması
Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan sorumluluğu bir “kusursuz sorumluluk” halidir. Yani, zararın meydana gelmesinde tapu sicil memurunun veya yardımcısının veya devletin diğer bir organının hiçbir kusuru olmasa da Hazine zarardan sorumludur. Zarar gören şahıs, sadece, tapu sicilinin hukuka aykırı bir şekilde tutulduğunu ve zararın bundan doğduğunu ispat edecektir; zarara hangi memurun sebebiyet verdiğini tespit ve tayin etmesine lüzum yoktur.
Örneğin, tapu memuru her nasılsa sahte bir vekâletnameye dayanarak sicile yolsuz bir tescil yapmışsa, sahtelik, memurun araştırma yükümünü (mülga TST 16) yerine getirse bile anlaşılamayacak durumda da olsa, tapu memuru hukuki sebepten yoksun bir tescille (mülga MK 924) hukuka aykırı davranmış olacağından, doğacak zarardan Devlet sorumlu tutulur.