Sulh Ceza Hakimliklerinin Hukuki Nitelemesi – Anayasa Mahkemesi Kararı

23.04.2015 Günlü 6645 Sayılı İhale Mevzuatına İlişkin Maddeleri

Sulh Ceza Hakimliklerinin Hukuki Nitelemesi – Anayasa Mahkemesi Kararı

Sulh Ceza Hakimliklerinin Hukuki Nitelemesi - Anayasa Mahkemesi Kararı

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı : 2015/12 Karar Tarihi: 14.1.2015

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği

(E.2014/164, E.2014/174)

İTİRAZLARIN KONUSU : 1- 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un. 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle değiştirilen 10. maddesinin,

2- 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin,

Anayasa’nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.

  • OLAY

Şüpheliler hakkında tutuklama kararı verilmesi talebinin ve verilen tutuklama kararma yapılan itirazın incelenmesi sırasında itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.

  • İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ A- E.2014/164 sayılı itiraz başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:

“1- 28 Haziran 2014 tarih, 29044 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren düzenleme ile sulh ceza mahkemeleri kaldırılarak sulh ceza hakimlikleri kurulmuş olup oluşturulan bu sistemin Anayasanın 2, 19, 36, 37 ci maddelerinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi", “kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi", “tabii hakim ilkesi", “adil yargılanma hakkı” gibi ilkelere aykırı olduğu düşünülmekte olup, sorgu işinin ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici mesele yapılmayarak sorgu evrakı karara bağlanmış, aşağıdaki gerekçelerle 6545 sayılı Yasanın 48 ci maddesinin iptalini istemekteyim.

  • 6545 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanun’un 10. maddesi başlığıyla birlikte değiştirilmiştir. Değişiklik sonrası madde metni şöyledir;

Sulh ceza hâkimliği

Madde 10- (Değişik: 18/6/2014-6545/48 md.)

Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.

İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.

Sulh ceza hâkimliğinde bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel bulunur.

Sulh ceza hâkimliği, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur.

Sulh ceza hâkimliği bulundukları il veya ilçenin adı ile anılır.

Sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve ilçeler ile bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırlarıdır.

Ağır ceza mahkemeleri ile büyükşehir belediyesi bulunan illerde, büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki il ve ilçenin adı ile anılan sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.

Coğrafi durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak bir sulh ceza hâkimliğinin kaldırılmasına veya yargı çevresinin değiştirilmesine, Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.

Böylece sulh ceza mahkemeleri kaldırılarak yerine sulh ceza hakimliği kurulmuştur. Bu hakimliğin temel görevi yürütülmekte olan soruşturmalarla ilgili hakim tarafından verilmesi gereken kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek olarak sayılmaktadır. Dolayısıyla başta tutuklama kararı olmak üzere arama ve el koyma gibi koruma tedbiri taleplerine sadece bu hakimlerin bakması öngörülmüştür.

Her ilde ve coğrafi durumu ve iş yoğunluğuna bakılarak belirlenen ilçelerde bir veya birden fazla sayıda kurulacak bu hakimliklerde görev alan hakimler başka bir işte görevlendirilemeyeceklerdir. Bunların yetki sınırları kural olarak bulundukları il merkezleri ve ilçelerle bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırları olmakla birlikte, büyük şehir belediyesi bulunan iller bakımından yargı çevresini HSYK belirleyecektir.

Bu hakimliklerin esaslı bir diğer görevi anılan Kanun 'un 71. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 173. maddesinde yapılan değişiklikle getirilmiştir. Değişiklik sonrası madde şöyledir.

Cumhuriyet savcısının kararına itiraz

Madde 173- (!) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.

  • İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.
  • (Değişik: 18/6/2014-6545/71 md.) Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.
  • (Değişik: 25/5/2005 - 5353/26 md.) Sulh ceza hâkimliği istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.
  • Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz.
  • İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan sulh ceza hâkimliğinin bu hususta karar vermesine bağlıdır.

Böylece bu hakimliklerin yetki çevresinde verilen takipsizlik kararlarına yapılan itirazları inceleme yetkisi de bunlara verilmektedir.

Böylece yargı çevrelerinde, iş durumuna göre bu hakimliklerde görevlendirilecek bir veya birkaç hakim o çevredeki yürütülen soruşturmalar kapsamında tüm arama ve el koyma kararlarıyla tutuklama ve buna yapılan itirazları inceleme yetkisiyle yetkilendirilmiş olmaktadır. Daha önce Ağır Ceza Mahkemeleri ’nin baktığı takipsizlik kararlarına yapılan itirazlar hakkında da nihai kararı bu hakimlikler söyleyebileceklerdir.

HSYK Kanunu’ndayapılan ve sonuçta bu Kurul'u fiilen Adalet Bakanlığı’na bağlayan düzenlemelerle birlikte ele alındığında, bu düzenlemelerle, sınırlı sayıda hakim marifetiyle tüm Türkiye’de yürütülen soruşturmaların akıbetinin sınırlı sayıdaki bu hakimlikler vasıtasıyla siyasi iktidarın insiyatifıne bırakıldığı açıktır. Dolayısıyla, adli çevrenin büyüklüğüne göre bir-iki veya birkaç kişiye kadar değişebilen, ancak her halde sınırlı sayıda olan bu hakimliklere “uygun” kimselerin tespitiyle atanmalarının sağlanması sonucu, ilgili yargı çevresi ve sonuç itibarıyla da tüm Türkiye ’deki soruşturmaların siyasi iktidar tarafından daha baştan önlenmesi, etki altına alınması veya yönlendirilmesi mümkün hale gelmektedir. Çünkü yürütülen soruşturma kapsamında aleyhine soruşturma yürütülenlerin siyasi kimliğine göre arama ve el koyma kararı alınması daha baştan mümkün olmayabilecek ve böylece delil elde edilemeyecek; gerektiği halde tutuklama tedbirine hiç başvurulamayabilecek ya da tam tersi başka saiklerle muhalif görülenler üzerinde baskı kurulması, onların sindirilmesi ve belli bir süre özgürlüklerinden mahrum bırakılması mümkün olabilecektir.

Anılan düzenlemelerle getirilen yeni sistem ve buna bağlı olarak yapılan atamalarla anılan hakimliklerin kontrol altına alınması hedeflenmiş ve böylece siyasi iktidar mensupları (siyasiler, belediyeler vs.) aleyhine muhtemel soruşturmaların açılması ve sağlıklı yürütülmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Siyasi iktidarın muhalif gördükleri bakımından ise, neticede beraatle sonuçlanacak olsa bile, tutuklu yürütülecek soruşturmalar marifetiyle bu sistemin bir silah olarak kullanılması hedeflenmiş ve buna karşı hiçbir tedbire yer verilmemiştir. Bunların kuvvetler ayrılığı ile yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri, dolayısıyla da hukuk devleti ilkesiyle telifi mümkün değildir.

Öte yandan getirilen düzenlemelerle, özellikle kişi özgürlüğü ve güvenliği bakımından mevcut güvencelerden çok geriye gidilmiş, tüm soruşturmaların etki altına alınması için kapı sonuna kadar aralanmıştır. Zira bu düzenlemelerle arama, el koyma ve özellikle tutuklama ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itiraz gibi çok önemli konularda çok sınırlı sayıda kişiler arasında kapalı devre cereyan eden bir sistem kurulmuş olmaktadır. Böyle bir sistemin kişi özgürlüğü bakımından evrensel standartların altında kaldığı çok açık olmakla birlikte, anlaşılması açısından düzenleme öncesi hükümlerle sonrası hükümlerin basitçe karşılaştırılması yeterli olacaktır.

Dolayısıyla getirilen bu düzenlemeler tabiatıyla birçok yönden Anayasa ’ya aykırıdır. Belli başlı maddeler altında bunları sıralamak gerekirse;

HUKUK DEVLETİ VE TABİİ HAKİM İLKESİ YÖNÜNDEN

Anayasanın “Cumhuriyetin nitelikleri ” başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir”

Anayasanın “Kanuni hâkim güvencesi ” başlıklı 3 7. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucum doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz”

Anayasa Mahkemesine göre Anayasa ’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, “insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa ’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir ”

Mahkemeye göre, “hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘hukuk güvenliği' ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. ‘Belirlilik’ ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir”

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Zira hukuk devletinin alt unsurlarından biri olan hukuk güvenliğinin sağlanmasının ön koşullarından biri kanuni hâkim güvencesidir. Kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı bir sistemde bireylerin güven içinde hareket edebilmeleri mümkün olamaz. Bireyler herhangi bir hukuki uyuşmazlıkta hangi yargı merci tarafından hangi kurallar uygulanarak yargılama yapılacağını önceden bilmelidir. Aksi bir durumda hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkar. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi eğer hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılıyorsa, bu durumda hukuk güvenliğinin zorunlu ön koşulu olan kanuni hâkim güvencesi mutlak anlamda tesis edilmelidir.

Nitekim İngiliz hukuk felsefecisi A. V. Dicey hukuk devletinin temel unsurlarından birinin herkesin olağan hukuka ve olağan mahkemelere tabi olması olduğunu belirterek kanuni hâkim güvencesinin hukuk devletinin zorunlu bir unsuru olduğunu açıkça ifade etmiştir. Günümüzün önde gelen düşünürlerinden F. Hayek’e göre hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinde, sabit ve önceden ilan edilmiş bir takım kurallara bağlı olmasını ifade etmektedir. Bu kurallar, siyasal iktidarın hangi durumlarda ne şekilde hareket edeceğini belirlemesi bakımından bireyler için bir öngörülebilirlik ve dolayısıyla da hukuki güvenlik sağlamaktadır. Hayek ’e göre hukuk devleti, özü itibarıyla keyfilik yasağını ifade etmektedir. Yazara göre hukuk güvenliği hukuk devletinin özünü oluşturmaktadır ve bu anlamda hukuk güvenliğini tehlikeye atan her düzenleme bu ilkeye aykırılık oluşturmaktadır. Bu noktada kanuni hâkim güvencesinin hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığı ve iktidara keyfi biçimde davranma imkânı verdiği dikkate alındığında kanuni hâkim güvencesi hukuk devletinin temel unsurlarından birini oluşturmaktadır.

Görüldüğü gibi hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde kanuni hâkim güvencesi kısaca, suçun işlenmesinden veya davanın doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin kanunla belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal hâkim ilkesi, yargılama makamlarının uyuşmazlığın meydana gelmesinden sonra kurulmasını veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasını engellemektedir.

Hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan kanuni hâkim güvencesi 1982 Anayasasında özel olarak düzenlenmiştir. Anayasanın 37. maddesi gereğince herkes kanuni hâkim güvencesine sahiptir. Anayasa Mahkemesine göre ‘Anayasa ’nın 37. maddesinde, ‘Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. ’ denilmiştir. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, ‘kanuni hâkim güvencesi’ suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi’ şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla ‘kanuni hâkim güvencesi’, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.

Bu noktada Mahkemeye göre “Bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibariyle hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş’’ olmaya da yer verilmiştir. Ayrıca yine Mahkemeye göre “37. maddede düzenlenmiş olan doğal hâkim güvencesi, Anayasa ’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının en önemli öğesi olan “kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturmaktadır.

Olağanüstü mahkeme kurma yasağı içeren kanuni hâkim güvencesi özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen özel/uzman mahkemelerin kurulmasına engel oluşturmamaktadır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü mahkeme ile özel/uzman mahkeme kavramları aynı anlama gelmemektedir. Bir hukuk sisteminde bazı suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen yargı mercileri kurulabilir. Örneğin terör ve organize suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek bu tür özel/uzman yargı mercilerin kurulmasını gerekli kılabilir. Ancak bu durumda da özel/uzman yargı mercileri mutlaka suçun işlenmesinden önce yasa ile kurulmalı ve dolayısıyla da olağanüstü mahkeme niteliği taşımamalıdır.

Kanuni hâkim güvencesi tüm yargılamalarda geçerli olan bir ilke olmakla beraber ceza yargılamalarında çok daha önemli olmaktadır. Nitekim ceza soruşturma ve kovuşturmaları özgürlük gibi bireylerin en temel haklarından birine yapılmış doğrudan ve radikal bir müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kişi hürriyetinin sahip olduğu önem, bireylere ceza yargılamalarında daha yüksek güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Kanuni hâkim güvencesi söz konusu güvencelerin ilk basamağını oluşturmaktadır. Zira adil ve güvenceli bir yargılama için her şeyden önce yargı yetkisi kullanacak merci olması gerektiği şekilde kurulmalı ve görev yapmalıdır. Aksi takdirde adil yargılanma hakkı kapsamında bireylere sağlanan bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde makul sürede yargılanma, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama gibi güvencelerin bir önemi kalmayacaktır. Zira tüm bu güvenceler ancak olağan mahkemelerin varlığı halinde işlevsel olabilecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında kanuni hâkim güvencesinin adil yargılanma hakkının temelini oluşturduğunu açıkça ifade etmiştir.

İlgili Kuralların Anayasaya Uygunluğunun Değerlendirilmesi:

18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunun 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanunun 10. maddesinde değişiklik yapılmış, “sulh ceza mahkemeleri” kaldırılarak bu Mahkemeler yerine kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. Yine 6545 sayılı Kanunun 74. maddesiyle koruma tedbirleri ile ilgili kararlara karşı yapılacak itirazları sulh ceza hâkimliğinin karara bağlayacağı kural altına alınmıştır.

6545 sayılı Kanunun 46. maddesi ile yeni bir yargı merci olarak sulh ceza hâkimliği kurulmaktadır. 46. madde ile kurulan sulh ceza hâkimliği her ne kadar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında suç olarak tanımlanan tüm suçların soruşturulması amacıyla kurulmuş gözükse de, söz konusu yargı yerinin kurulmasındaki temel amacın son dönemde ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmalarında görev alan emniyet görevlilerinin soruşturulması olduğu tüm kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Nitekim bazı siyasiler adı geçen yargı merci kurulmadan çok önce yasa dışı dinleme iddialarına ilişkin emniyet mensupları hakkında soruşturma açılacağını ve bu kişilerin yargılanacağını açıkça ifade etmiştir. Yine söz konusu yargı mercileri kurulmadan çok önce yasa dışı dinleme iddialarıyla ilgili farklı illerde soruşturmalar açılmış, bu kapsamda haklarında soruşturma açılan emniyet mensuplarının tutuşuz olarak yargılanmalarına karar verilmiştir. Bu ise yolsuzluk soruşturmalarına karşı yapılan karşı hamlenin kamuoyunda gerekli etkiyi göstermediği kanaatiyle, sulh ceza hâkimliklerinin kurulması gibi başkaca yasal düzenlemelerin yapılmasını tetiklemiştir.

Hukuk sistemi içinde olağan yargı yerlerince verilen söz konusu kararlar bazı siyasileri memnun etmemiş ve bu çerçevede istenilen sonuçlara ulaşmayı olanaklı kılacak yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu yasal düzenlemeler kapsamında ceza adalet sisteminde olağan yargı yerlerinden biri olan sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış, bu yargı merci yerine anılan emniyet görevlileri hakkında ileri sürülen iddialarına ilişkin soruşturmalarda gerekli kararların alınmasını temin edecek sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. Düzenleme bu haliyle haklarında soruşturma açılan kişilerin kanuni hâkim güvencesini ihlal etmektedir. Zira bu kişilerin soruşturulmasında gerekli işlemleri yapacak olağan mahkemeler yerine, söz konusu kişiler hakkındaki soruşturmaları özel olarak yürütmekle görevli olağanüstü nitelikte sulh hâkimliği kurulmuştur. Böylelikle haklarında soruşturma yürütülen kişiler söz konusu yasal değişiklikle öngörülebilirlik ve hukuki güvenlik haklarından mahrum bırakılmışlardır.

Ayrıca sulh ceza hâkimliği tarafından verilen kararlara karşı yapılacak itirazların düzenlendiği 74. madde de kanuni hâkim güvencesi ihlal edilmiştir. Zira söz konusu düzenlemeye göre itiraz başvurularını karara bağlayacak yargı merci yine sulh ceza hâkimliği olarak belirlenmiştir. Bir yargı çevresinde sınırlı sayıda kurulu olup, uygun kişilerin görevlendirildiği bir sistemde hâkimliklerden birinin kararına karşı yapılan itirazdan hukuka uygun biçimde sonuç alınması beklenemez.

Yukarıda yapılan açıklamalar neticesinde, 6545 sayılı Kanun’un 46 ve 74. maddelerinde yer alan düzenlemeler Anayasanın 2 ve 37. maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.

KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKİ YÖNÜNDEN

Anayasa’nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiçbir bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği kuralı yer almaktadır. Bu maddenin amacı, bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekmektedir.

Aynı maddenin beşinci fıkrasında, yakalanan kişilerin en geç kırk sekiz saat ve toplu işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim önüne çıkarılacağı; sekizinci fıkrasında ise her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişinin, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.

Dolayısıyla gözaltına alma, tutuklama, tahliye talebinin reddi, tutukluluk halinin devamı gibi kişi özgürlüğüne ağır müdahale teşkil eden durumlarda maddedeki güvencelerin ilgililere sağlanması zorunludur. Özellikle tutuklama, kişi hürriyetini ağır biçimde kısıtlayan bir koruma tedbiri olduğundan, buna ilişkin kararların bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda tereddüt bulunmayan bir hakim tarafından verilmesi bu tedbirle yüz yüze kalan açısından esaslı bir güvence olduğu gibi, tutuklama kararına yapılacak itirazın da aynı nitelikte bir hakim veya hakimlerden müteşekkil heyet tarafından karara bağlanması halinde bu güvencenin varlığından söz edilebilir.

Oysa getirilen düzenlemelerle, yargı çevrelerinde sayıları bir-iki ila 6 arasında değişen sınırlı sayıdaki sulh ceza hakimlerinden oluşan kapalı bir devre kurulmuş, bunlardan biri tarafından verilen karara itirazın aynı kapalı devre içindeki diğeri tarafından kesin olarak karara bağlanması öngörülmüştür.

Örneğin Eskişehir de eskiden 7 sulh ceza 7 Asliye ceza mahkemesine bakan 14 hakim sorgu, arama, yakalama gibi iş ve itirazlara, 3 ayrı hakim de takipsizlik kararlarına bakmakta iken değişiklik sonrası tüm bu işleri 2 hakim olarak bakmaktayız. İstanbul ve Ankara için ise bu sayı ve oranlar çok daha vahim niteliktedir.

Şüphesiz bu düzenlemenin tutukluluk ve buna itirazlar bakımından etkili bir yol olarak görülmesi mümkün değildir. Çünkü, itirazları inceleme konusu da dikkate alındığında, geniş kapsamlı soruşturmalar bakımından şüphelilerin azami sınırlar aşılmadan sorgulanması, anılan hakimliklerdeki bir veya birkaç kişiyle mümkün olmayacağından, Anayasanın 19. maddesindeki güvencelerin kişilere zamanında ve sağlıklı sağlanması imkansız hale gelmektedir. Oysa anılan madde Devlete kişi özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları hızlı bir şekilde inceleyebilecek etkin bir yargısal sistem oluşturmakla yükümlüdür. Aynı zamanda bu çarpık sistem nedeniyle AÎHM de yüklü tazminatlar ile ülkemizin mahkumiyetini de netice verebilecektir.

Getirilen sulh ceza hakimliği sisteminin bunu sağlamaktan öte tam tersi sa'ıkle kurgulandığı anlaşılmaktadır. Zira bir yandan kısa bir süre önce, 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun 'un 12. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 135. maddesinde yapılan değişiklikle iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına dair alınacak kararların ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle alınması ve bu kararlara itiraz halinde de yine bu tedbire karar verilebilmesi için oy birliği şartı getirilmişken, kişi özgürlüğüne ağır müdahale oluşturan tutuklamaya ilişkin kararlarla, buna itirazların kapalı devre işleyen çok sınırlı bir sisteme tevdii edilmesi açık bir çelişki ve mevcut standardın çok gerisine dönüşü ifade etmektedir.

Açıklanan gerekçelerle 6545 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanun’un 10. maddesinde düzenlenmiş bulunan sulh ceza hakimliğinin Anayasanın 19. maddesine aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmesi gerekir.

ADİL YARGILANMA HAKKI YÖNÜNDEN

Anayasanın 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.

Kanun’un 71. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 173. maddesinde yapılan değişiklikle, cumhuriyet savcıları tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itirazları inceleme yetkisi sulh ceza hakimliklerine verilmiştir. 173. maddenin (3) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle sulh ceza hâkimliğinin, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabileceği; (4) numaralı fıkrada sulh ceza hâkimliğinin istemi yerinde bulması halinde Cumhuriyet savcısının iddianame düzenleyeceği; (6) numaralı fıkrasında ise itirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan sulh ceza hâkimliğinin bu hususta karar vermesine bağlı olduğu ifade edilmiştir.

Böylece bir yargı çevresinde ve sonuç itibariyle de tüm ülkede yürütülen soruşturmaların akıbeti belirtilen bu dar, kapalı işleyen bu sistemin insiyatifıne bırakılmıştır. Yukarıda da ifade edildiği üzere bir yandan ceza muhakemesindeki tedbir kararlarıyla olası soruşturmaların daha baştan engellenmesi sağlanırken, anılan düzenlemeyle o yargı çevresinde Cumhuriyet savcıları tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına yapılan itirazların duruma göre sonuçsuz kalması sağlanmaktadır. Düzenlemenin amacının, siyasi iktidara yönelik yürütülen soruşturmalar hakkında siyasi iktidar tarafından yargıya müdahale ile sonuç alınamayan fakat daha sonraki başsavcı ve savcı atamaları sonucu takipsizlikle sonuçlandırılan dosyalarda söz konusu olabilecek itirazları sonuçsuz bırakmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaç o denli açıktır ki bunu tespit için aynı torba Kanun’un (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı) 69. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Yargı görevini yapanı etkileme” başlıklı 277. maddesinde yapılan değişikliklere bakmak yet erlidir. Bu değişiklikle maddenin birinci fıkrasında yer alan “veya yapılmakta olan bir soruşturmada, ” ve “şüpheli veya” ibareleri madde metninden çıkarılmıştır. Böylece tüm bu düzenlemelerin yapılmasına neden olan süreçte, ceza soruşturmalarıyla ilgili olarak işlenmiş olan fiiller suç olmaktan çıkarılmış irtikap edenlere açık bir af getirilmiştir. Daha sonraki süreç bakımından ise sorun (!) kurulmuş olan sulh ceza hakimlikleri eliyle kökten halledilmiştir (!). Zira ceza hukuku bakımından, soruşturma aşamasında yapılan yargıya müdahale, dava aşamasında muhtemel olabilecek müdahaleye zaten ihtiyaç bırakmaz. Delillerin toplanmasını ve muhafazasını gerektiren bu sürecin tabiatı itibariyle zaten hassas ve kırılgan olan bu süreçteki müdahale ile mesele istenildiği şekilde sonuçlandırılmış olabilir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle bu düzenlemenin, kamu yararı amacının tam tersine, kapalı devre işleyecek sınırlı sayıdaki hakimlikler marifetiyle yürütülen ceza soruşturmalarına yön verebilmek amacıyla yapıldığı aşikardır. Bunun, genel olarak, yargı yerlerinde hak arayan ve arayacak davacılarla davalılar, şüpheli ve sanıklar açısından “hukuk devleti ilkesi”, “kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi”,” tabii hakim ilkesi”, “adil yargılanma hakkı” gibi ilkelere aykırı olduğu açıktır. Neredeyse tüm soruşturmaları siyasi iktidarın insiyatifıne bırakan bu düzenleme karşısında, kişilerin adil yargılanma hakkının güvencede olabileceği söylenemez.

Açıklanan gerekçelerle 6545 sayılı Yasanın 48 ci maddesi ile bu madde ile değiştirilen 5235 sayılı Yasanın 10. maddesinin Anayasanın 2, 19, 36 ve 37 ci maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi gerekir. ”

B- E.2014/174 sayılı itiraz başvurusunun gerekçe bölümü şöyledir:

“1- 28 Haziran 2014 tarih, 29044 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren düzenleme ile sulh ceza mahkemeleri kaldırılarak sulh ceza hakimlikleri kurulmuş olup oluşturulan bu sistem ile mahkeme kararlarına yönelik itirazı düzenleyen CMK 268. maddesinin Anayasanın 2, 19, 36, 37 ci maddelerinde belirtilen “hukuk devleti ilkesi”, “kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi”, “tabii hakim ilkesi”, “adilyargılanma hakkı” gibi ilkelere aykırı olduğu düşünülmekte olup tutukluluğa itiraz işinin ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici mesele yapılmayarak nöbet evrakı karara bağlanmış, aşağıdaki gerekçelerle 6545 sayılı Yasanın 48 ci maddesinin iptalini istemekteyim.

2- 6545 sayılı Kanun ’un madde 74 ile değişik CMK 268. maddesi başlığıyla birlikte değişiklik sonrası aşağıdaki şekli almıştır;

İtiraz usulü ve inceleme mercileri

Madde 268- (1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 üncü madde hükmü saklıdır.

  • Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararım düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.
  • İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:
  1. (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.
  2. (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez.
  3. Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkında/ki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.
  4. Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi, mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir.
  5. Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler.

6545 sayılı Yasa madde 48 ile ihdas edilen Sulh Ceza Hakimlikleri, yargı çevrelerinde, iş durumuna göre bu hakimliklerde görevlendirilecek bir veya birkaç hakim, o çevredeki yürütülen soruşturmalar kapsamında tüm arama ve el koyma kararlarıyla tutuklama ve buna yapılan itirazları inceleme yetkisiyle yetkilendirilmiş olmaktadır. Daha önce Ağır Ceza Mahkemelerinin baktığı takipsizlik kararlarına yapılan itirazlar hakkında da nihai kararı bu hakimlikler söyleyebileceklerdir.

HSYK Kanunu ’nda yapılan ve sonuçta bu Kurul’u fiilen Adalet Bakanlığı ’na bağlayan düzenlemelerle birlikte ele alındığında, bu düzenlemelerle, sınırlı sayıda hakim marifetiyle tüm Türkiye’de yürütülen soruşturmaların akibetinin sınırlı sayıdaki bu hakimlikler vasıtasıyla siyasi iktidarın insiyatifıne bırakıldığı açıktır. Dolayısıyla, adli çevrenin büyüklüğüne göre bir-iki veya birkaç kişiye kadar değişebilen, ancak her halde sınırlı sayıda olan bu hakimliklere “uygun" kimselerin tespitiyle atanmalarının sağlanması sonucu, ilgili yargı çevresi ve sonuç itibarıyla da tüm Türkiye ’deki soruşturmaların siyasi iktidar tarafından daha baştan önlenmesi, etki altına alınması veya yönlendirilmesi mümkün hale gelmektedir. Çünkü yürütülen soruşturma kapsamında aleyhine soruşturma yürütülenlerin siyasi kimliğine göre arama ve el koyma kararı alınması daha baştan mümkün olmayabilecek ve böylece delil elde edilemeyecek; gerektiği halde tutuklama tedbirine hiç başvurıılamayabilecek ya da tam tersi başka saiklerle muhalif görülenler üzerinde baskı kurulması, onların sindirilmesi ve belli bir süre özgürlüklerinden mahrum bırakılması mümkün olabilecektir.

Anılan düzenlemelerle getirilen yeni sistem ve buna bağlı olarak yapılan atamalarla anılan hakimliklerin kontrol altına alınması hedeflenmiş ve böylece siyasi iktidar mensupları (siyasiler, belediyeler vs.) aleyhine muhtemel soruşturmaların açılması ve sağlıklı yürütülmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Siyasi iktidarın muhalif gördükleri bakımından ise, neticede beraatle sonuçlanacak olsa bile, tutuklu yürütülecek soruşturmalar marifetiyle bu sistemin bir silah olarak kullanılması hedeflenmiş ve buna karşı hiçbir tedbire yer verilmemiştir. Bunların kuvvetler ayrılığı ile yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleri, dolayısıyla da hukuk devleti ilkesiyle telifi mümkün değildir.

Öte yandan getirilen düzenlemelerle, özellikle kişi özgürlüğü ve güvenliği bakımından mevcut güvencelerden çok geriye gidilmiş, tüm soruşturmaların etki altına alınması için kapı sonuna kadar aralanmıştır. Zira bu düzenlemelerle arama, el koyma ve özellikle tutuklama ile koğuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itiraz gibi çok önemli konularda çok sınırlı sayıda kişiler arasında kapalı devre cereyan eden bir sistem kurulmuş olmaktadır. Böyle bir sistemin kişi özgürlüğü bakımından evrensel standartların altında kaldığı çok açık olmakla birlikte, anlaşılması açısından düzenleme öncesi hükümlerle sonrası hükümlerin basitçe karşılaştırılması yeterli olacaktır.

CMK 268. maddesinde 6545 sayılı Yasa ile getirilen düzenleme ile tutuklama, arama, el koyma, takipsizlik gibi hayati sonuçlar doğuran bir Sulh Ceza Hakiminin verdiği bir karara karşı yine eşi konumunda diğer bir Sulh Ceza Hakimince itiraz işlemlerinin karara bağlanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ’nin itirazların üst mahkemede yapılması gerektiği içtihatlarına aykırı olduğu gibi, CMK 268. maddesinin bizzat kendi içerisinde dahi çelişki oluşturmaktadır; Şöyle ki aynı maddenin (c) fıkrasında Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararlara karşı bir üst derecedeki Ağır Ceza Mahkemesi ’ne itiraz hükmü getirilmiş iken bir önceki bentlerde Sulh Ceza Hakimliğinin kişi özgürlüğü ve güvenliği gibi önemli haklarına etki edecek kararlarına karşı sadece aynı derecedeki Sulh Ceza Hakimliği ’nce inceleneceği belirtilmiştir.

Dolayısıyla getirilen bu düzenlemeler tabiatıyla birçok yönden Anayasa ’ya aykırıdır. Belli başlı maddeler altında bunları sıralamak gerekirse;

HUKUK DEVLETİ VE TABİİ HAKİM İLKESİ YÖNÜNDEN

Anayasanın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. ”

Anayasanın “Kanuni hâkim güvencesi" başlıklı 37. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. ”

Anayasa Mahkemesine göre Anayasa ’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, “insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa ’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir’’.

Mahkemeye göre, “hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘hukuk güvenliği ’ ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. ‘Belirlilik ’ ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir ”.

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Zira hukuk devletinin alt unsurlarından biri olan hukuk güvenliğinin sağlanmasının ön koşullarından biri kanuni hâkim güvencesidir. Kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı bir sistemde bireylerin güven içinde hareket edebilmeleri mümkün olamaz. Bireyler herhangi bir hukuki uyuşmazlıkta hangi yargı merci tarafından hangi kurallar uygulanarak yargılama yapılacağını önceden bilmelidir. Aksi bir durumda hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkar. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi eğer hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılıyorsa, bu durumda hukuk güvenliğinin zorunlu ön koşulu olan kanuni hâkim güvencesi mutlak anlamda tesis edilmelidir.

Nitekim İngiliz hukuk felsefecisi A. V. Dicey hukuk devletinin temel unsurlarından birinin herkesin olağan hukuka ve olağan mahkemelere tabi olması olduğunu belirterek kanuni hâkim güvencesinin hukuk devletinin zorunlu bir unsuru olduğunu açıkça ifade etmiştir. Günümüzün önde gelen düşünürlerinden F. Hayek’e göre hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinde, sabit ve önceden ilan edilmiş bir takım kurallara bağlı olmasını ifade etmektedir. Bu kurallar, siyasal iktidarın hangi durumlarda ne şekilde hareket edeceğini belirlemesi bakımından bireyler için bir öngörülebilirlik ve dolayısıyla da hukuki güvenlik sağlamaktadır. Hayek’e göre hukuk devleti, özü itibarıyla keyfilik yasağını ifade etmektedir. Yazara göre hukuk güvenliği hukuk devletinin özünü oluşturmaktadır ve bu anlamda hukuk güvenliğini tehlikeye atan her düzenleme bu ilkeye aykırılık oluşturmaktadır. Bu noktada kanuni hâkim güvencesinin hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığı ve iktidara keyfi biçimde davranma imkânı verdiği dikkate alındığında kanuni hâkim güvencesi hukuk devletinin temel unsurlarından birini oluşturmaktadır.

Görüldüğü gibi hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarında ve doktrinde kanuni hâkim güvencesi kısaca, suçun işlenmesinden veya davanın doğmasından önce davayı görecek yargı yerinin kanunla belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal hâkim ilkesi, yargılama makamlarının uyuşmazlığın meydana gelmesinden sonra kurulmasını veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasını engellemektedir.

Hukuk devletinin temel unsurlarından biri olan kanuni hâkim güvencesi 1982 Anayasasında özel olarak düzenlenmiştir. Anayasanın 37. maddesi gereğince herkes kanuni hâkim güvencesine sahiptir. Anayasa Mahkemesine göre “Anayasa’nın 37. maddesinde, ‘Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. ’ denilmiştir. Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, 'kanuni hâkim güvencesi’ suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi’ şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla ‘kanuni hâkim güvencesi’, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.

Bu noktada Mahkemeye göre “Bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibariyle hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleş­mesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş” olmaya da yer verilmiştir. Ayrıca yine Mahkemeye göre “37. maddede düzenlenmiş olan doğal hâkim güvencesi, Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının en önemli öğesi olan “kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma” hakkının temelini oluşturmaktadır”.

Olağanüstü mahkeme kurma yasağı içeren kanuni hâkim güvencesi özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen özel/uzman mahkemelerin kurulmasına engel oluşturmamaktadır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü mahkeme ile özel/uzman mahkeme kavramları aynı anlama gelmemektedir. Bir hukuk sisteminde bazı suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen yargı mercileri kurulabilir. Örneğin terör ve organize suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek bu tür özel/uzman yargı mercilerin kurulmasını gerekli kılabilir. Ancak bu durumda da özel/uzman yargı mercileri mutlaka suçun işlenmesinden önce yasa ile kurulmalı ve dolayısıyla da olağanüstü mahkeme niteliği taşımamalıdır.

Kanuni hâkim güvencesi tüm yargılamalarda geçerli olan bir ilke olmakla beraber ceza yargılamalarında çok daha önemli olmaktadır. Nitekim ceza soruşturma ve kovuşturmaları özgürlük gibi bireylerin en temel haklarından birine yapılmış doğrudan ve radikal bir müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kişi hürriyetinin sahip olduğu önem, bireylere ceza yargılamalarında daha yüksek güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Kanuni hâkim güvencesi söz konusu güvencelerin ilk basamağını oluşturmaktadır. Zira adil ve güvenceli bir yargılama için her şeyden önce yargı yetkisi kullanacak merci olması gerektiği şekilde kurulmalı ve görev yapmalıdır. Aksi takdirde adil yargılanma hakkı kapsamında bireylere sağlanan bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde makul sürede yargılanma, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama gibi güvencelerin bir önemi kalmayacaktır. Zira tüm bu güvenceler ancak olağan mahkemelerin varlığı halinde işlevsel olabilecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de çeşitli kararlarında kanuni hâkim güvencesinin adil yargılanma hakkının temelini oluşturduğunu açıkça ifade etmiştir.

İlgili Kuralların Anayasaya Uygunluğunun Değerlendirilmesi:

18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunun 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanunun 10. maddesinde değişiklik yapılmış, “sulh ceza mahkemeleri” kaldırılarak bu Mahkemeler yerine kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. Yine 6545 sayılı Kanunun 74. maddesiyle koruma tedbirleri ile ilgili kararlara karşı yapılacak itirazları sulh ceza hâkimliğinin karara bağlayacağı kural altına alınmıştır.

6545 sayılı Kanunun 46. maddesi ile yeni bir yargı merci olarak sulh ceza hâkimliği kurulmaktadır. 46. madde ile kurulan sulh ceza hâkimliği her ne kadar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında suç olarak tanımlanan tüm suçların soruşturulması amacıyla kurulmuş gözükse de, söz konusu yargı yerinin kurulmasındaki temel amacın son dönemde ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmalarında görev alan emniyet görevlilerinin soruşturulması olduğu tüm kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Nitekim bazı siyasiler adı geçen yargı merci kurulmadan çok önce yasa dışı dinleme iddialarına ilişkin emniyet mensupları hakkında soruşturma açılacağını ve bu kişilerin yargılanacağını açıkça ifade etmiştir. Yine söz konusu yargı mercileri kurulmadan çok önce yasa dışı dinleme iddialarıyla ilgili farklı illerde soruşturmalar açılmış, bu kapsamda haklarında soruşturma açılan emniyet mensuplarının tutuksuz olarak yargılanmalarına karar verilmiştir. Bu ise yolsuzluk soruşturmalarına karşı yapılan karşı hamlenin kamuoyunda gerekli etkiyi göstermediği kanaatiyle, sulh ceza hâkimliklerinin kurulması gibi başkaca yasal düzenlemelerin yapılmasını tetiklemiştir.

Hukuk sistemi içinde olağan yargı yerlerince verilen söz konusu kararlar bazı siyasileri memnun etmemiş ve bu çerçevede istenilen sonuçlara ulaşmayı olanaklı kılacak yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu yasal düzenlemeler kapsamında ceza adalet sisteminde olağan yargı yerlerinden biri olan sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış, bu yargı merci yerine anılan emniyet görevlileri hakkında ileri sürülen iddialarına ilişkin soruşturmalarda gerekli kararların alınmasını temin edecek sulh ceza hâkimliği kurulmuştur. Düzenleme bu haliyle haklarında soruşturma açılan kişilerin kanuni hâkim güvencesini ihlal etmektedir. Zira bu kişilerin soruşturulmasında gerekli işlemleri yapacak olağan mahkemeler yerine, söz konusu kişiler hakkındaki soruşturmaları özel olarak yürütmekle görevli olağanüstü nitelikte sulh hâkimliği kurulmuştur. Böylelikle haklarında soruşturma yürütülen kişiler söz konusu yasal değişiklikle öngörülebilirlik ve hukuki güvenlik haklarından mahrum bırakılmışlardır.

Ayrıca sulh ceza hâkimliği tarafından verilen kararlara karşı yapılacak itirazların düzenlendiği 74. madde de kanuni hâkim güvencesi ihlal edilmiştir. Zira söz konusu düzenlemeye göre itiraz başvurularını karar bağlayacak yargı merci yine sulh ceza hâkimliği olarak belirlenmiştir. Bir yargı çevresinde sınırlı sayıda kurulu olup, uygun kişilerin görevlendirildiği bir sistemde hâkimliklerden birinin kararma karşı yapılan itirazdan hukuka uygun biçimde sonuç alınması beklenemez.

Yukarıda yapılan açıklamalar neticesinde, 6545 sayılı Kanun 'un 74. maddesi ve bu madde ile değişik CMK 268. maddesinde yer alan düzenlemeler Anayasanın 2. ve 37. maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.

KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKI YÖNÜNDEN

Anayasa’nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış ve hiçbir bireyin özgürlüğünden keyfi bir biçimde yoksun bırakılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda gösterilen bazı istisnai durumlarda mahrum edilebileceği kuralı yer almaktadır. Bu maddenin amacı, bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekmektedir.

Aynı maddenin beşinci fıkrasında, yakalanan kişilerin en geç kırk sekiz saat ve toplu işlenen suçlarda en çok dört gün içinde hakim önüne çıkarılacağı; sekizinci fıkrasında ise her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişinin, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır.

Dolayısıyla gözaltına alma, tutuklama, tahliye talebinin reddi, tutukluluk halinin devamı gibi kişi özgürlüğüne ağır müdahale teşkil eden durumlarda maddedeki güvencelerin ilgililere sağlanması zorunludur, özellikle tutuklama, kişi hürriyetini ağır biçimde kısıtlayan bir koruma tedbiri olduğundan, buna ilişkin kararların bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda tereddüt bulunmayan bir hakim tarafından verilmesi bu tedbirle yüz yüze kalan açısından esaslı bir güvence olduğu gibi, tutuklama kararına yapılacak itirazın da aynı nitelikte bir hakim veya hakimlerden müteşekkil heyet tarafından karara bağlanması halinde bu güvencenin varlığından söz edilebilir.

Oysa getirilen düzenlemelerle, yargı çevrelerinde sayıları bir-iki ila 6 arasında değişen sınırlı sayıdaki sulh ceza hakimlerinden oluşan kapalı bir devre kurulmuş, bunlardan biri tarafından verilen karara itirazın aynı kapalı devre içindeki diğeri tarafından kesin olarak karara bağlanması öngörülmüştür.

Örneğin Eskişehir de eskiden 7 sulh ceza 7 Asliye ceza mahkemesine bakan 14 hakim sorgu, arama, yakalama gibi iş ve itirazlara, 3 ayrı hakim de takipsizlik kararlarına bakmakta iken değişiklik sonrası tüm bu işleri 2 hakim olarak bakmaktayız. İstanbul ve Ankara için ise bu sayı ve oranlar çok daha vahim niteliktedir.

Şüphesiz bu düzenlemenin tutukluluk ve buna itirazlar bakımından etkili bir yol olarak görülmesi mümkün değildir. Çünkü, itirazları inceleme konusu da dikkate alındığında, geniş kapsamlı soruşturmalar bakımından şüphelilerin azami sınırlar aşılmadan sorgulanması, anılan hakimliklerdeki bir veya birkaç kişiyle mümkün olmayacağından, Anayasanın 19. maddesindeki güvencelerin kişilere zamanında ve sağlıklı sağlanması imkansız hale gelmektedir. Oysa anılan madde Devlete kişi özgürlüğüne getirilen kısıtlamaları hızlı bir şekilde inceleyebilecek etkin bir yargısal sistem oluşturmakla yükümlüdür. Aynı zamanda bu çarpık sistem nedeniyle AİHM de yüklü tazminatlar ile ülkemizin mahkumiyetini de netice verebilecektir.

Getirilen sulh ceza hakimliği sisteminin bunu sağlamaktan öte tam tersi saikle kurgulandığı anlaşılmaktadır. Zira bir yandan kısa bir süre önce, 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanunun 12. maddesiyle 5271 sayılı CMK'nın 135. maddesinde yapılan değişiklikle iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına dair alınacak kararların ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle alınması ve bu kararlara itiraz halinde de yine bu tedbire karar verilebilmesi için oy birliği şartı getirilmişken, kişi özgürlüğüne ağır müdahale oluşturan tutuklamaya ilişkin kararlarla, buna itirazların kapalı devre işleyen çok sınırlı bir sisteme tevdii edilmesi açık bir çelişki ve mevcut standardın çok gerisine dönüşü ifade etmektedir.

Açıklanan gerekçelerle 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesi ile CMK 268. maddesinin düzenlenmiş bulunan sulh ceza hakimliğinin Anayasanın 19. maddesine aykırı olması nedeniyle iptaline karar verilmesi gerekir.

ADİL YARGILANMA HAKKI YÖNÜNDEN

Anayasanın 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu güvence altına alınmıştır,

Kanun’un 71. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 173. maddesinde yapılan değişiklikle, cumhuriyet savcıları tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itirazları inceleme yetkisi sulh ceza hakimliklerine verilmiştir. 173. maddenin (3) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle sulh ceza hâkimliğinin, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabileceği; (4) numaralı fıkrada sulh ceza hâkimliğinin istemi yerinde bulması halinde Cumhuriyet savcısının iddianame düzenleyeceği; (6) numaralı fıkrasında ise itirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan sulh ceza hâkimliğinin bu hususta karar vermesine bağlı olduğu ifade edilmiştir.

Böylece bir yargı çevresinde ve sonuç itibariyle de tüm ülkede yürütülen soruşturmaların akıbeti belirtilen bu dar, kapalı işleyen bu sistemin inisiyatifine bırakılmıştır. Yukarıda da ifade edildiği üzere bir yandan ceza muhakemesindeki tedbir kararlarıyla olası soruşturmaların daha baştan engellenmesi sağlanırken, anılan düzenlemeyle o yargı çevresinde Cumhuriyet savcıları tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına yapılan itirazların duruma göre sonuçsuz kalması sağlanmaktadır. Düzenlemenin amacının, siyasi iktidara yönelik yürütülen soruşturmalar hakkında siyasi iktidar tarafından yargıya müdahale ile sonuç alınamayan fakat daha sonraki başsavcı ve savcı atamaları somcu takipsizlikle sonuçlandırılan dosyalarda söz konusu olabilecek itirazları sonuçsuz bırakmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaç o denli açıktır ki bunu tespit için aynı torba Kanun’un (18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı) 69. maddesiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Yargı görevini yapanı etkileme” başlıklı 277. maddesinde yapılan değişikliklere bakmak yeterlidir. Bu değişiklikle maddenin birinci fıkrasında yer alan “veya yapılmakta olan bir soruşturmada,” ve “şüpheli veya” ibareleri madde metninden çıkarılmıştır. Böylece tüm bu düzenlemelerin yapılmasına neden olan süreçte, ceza soruşturmalarıyla ilgili olarak işlenmiş olan fiiller suç olmaktan çıkarılmış irtikap edenlere açık bir af getirilmiştir. Daha sonraki süreç bakımından ise sorun (!) kurulmuş olan sulh ceza hakimlikleri eliyle kökten halledilmiştir (!). Zira ceza hukuku bakımından, soruşturma aşamasında yapılan yargıya müdahale, dava aşamasında muhtemel olabilecek müdahaleye zaten ihtiyaç bırakmaz. Delillerin toplanmasını ve muhafazasını gerektiren bu sürecin tabiatı itibariyle zaten hassas ve kırılgan olan bu süreçteki müdahale ile mesele istenildiği şekilde sonuçlandırılmış olabilir.

SONUÇ;

Açıklanan nedenlerle bu düzenlemenin, kamu yararı amacının tam tersine, kapalı devre işleyecek sınırlı sayıdaki hakimlikler marifetiyle yürütülen ceza soruşturmalarına yön verebilmek amacıyla yapıldığı aşikardır. Bunun, genel olarak, yargı yerlerinde hak arayan ve arayacak davacılarla davalılar, şüpheli ve sanıklar açısından “hukuk devleti ilkesi”, “kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi”, “tabii hakim ilkesi", “adil yargılanma hakkı ” gibi ilkelere aykırı olduğu açıktır. Neredeyse tüm soruşturmaları siyasi iktidarın inisiyatifine bırakan bu düzenleme karşısında, kişilerin adil yargılanma hakkının güvencede olabileceği söylenemez.

Açıklanan gerekçelerle 6545 sayılı Yasanın 74. maddesi ile bu madde ile değişik CMK 268. maddesinin Anayasanın 2, 19, 36. ve 37. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi gerekir. ”

  • YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralları
  • 5235 sayılı Kanun’un itiraz konusu “Sulh ceza hâkimliği” başlıklı 10. maddesi şöyledir:

‘ Madde 10- (Değişik: 18/6/2014-6545/48 md.)

Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.

İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde birden fazla sulh ceza hâkimliği kurulabilir. Bu durumda sulh ceza hâkimlikleri numaralandırılır. Müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimler, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.

Sulh ceza hâkimliğinde bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel bulunur.

Sulh ceza hâkimliği, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur.

Sulh ceza hâkimliği bulundukları il veya ilçenin adı ile anılır.

Sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, bulundukları il merkezi ve ilçeler ile bunlara adli yönden bağlanan ilçelerin idari sınırlarıdır.

Ağır ceza mahkemeleri ile büyükşehir belediyesi bulunan illerde, büyükşehir belediyesi sınırları içerisindeki il ve ilçenin adı ile anılan sulh ceza hâkimliğinin yargı çevresi, il veya ilçe sınırlarına bakılmaksızın Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.

Coğrafi durum ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak bir sulh ceza hâkimliğinin kaldırılmasına veya yargı çevresinin değiştirilmesine, Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir.”

  • 5271 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralların da yer aldığı “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı 268. maddesi şöyledir:

'‘Madde 268- (1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde karan veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır. Tutanakla tespit edilen beyanı ve imzayı mahkeme başkanı veya hâkim onaylar. 263 iincü madde hükmü saklıdır.

  • Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararım düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir.

(S) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:

  1. (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) Sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesi, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine aittir.
  2. (Değişik: 18/6/2014-6545/74 md.) İtiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usul uygulanır. Ancak, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliği, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemez.
  3. Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.
  4. Naip hâkim kararlarına yapılacak itirazların incelenmesi, mensup oldukları ağır ceza mahkemesi başkanına, istinabe olunan mahkeme kararlarına karşı yukarıdaki bentlerde belirtilen esaslara göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye aittir.
  5. Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak baktıkları davalarda verdikleri kararlara yapılan itirazlarda; üyenin kararını görevli olduğu dairenin başkanı, daire başkanı ile ceza dairesinin kararını numara itibarıyla izleyen ceza dairesi; son numaralı daire söz konusu ise birinci ceza dairesi inceler

B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları

Başvuru kararlarında, Anayasa’nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine dayanılmış, Anayasa’nın 142. maddesi ise ilgili görülmüştür.

  • İLK İNCELEME A- E.2014/164 Sayılı Başvuru Yönünden

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ ve Haşan Tahsin GÖKCAN’ın katılımlarıyla

  • tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında öncelikle “bakılmakta olan dava” sorunu görüşülmüştür.

Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesine göre, mahkemeler, bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları kanun ya da kanun hükmünde kararname kurallarını Anayasa’ya aykırı görürler veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırlarsa, o hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidirler. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması ve iptali istenen kuralların da o davada uygulanacak olması gerekmektedir. Uygulanacak yasa kuralları, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.

İtiraz yoluna başvuran Mahkemedeki bakılmakta olan davada, Mahkemeye şüpheli hakkında tutuklanma tedbirinin uygulanması istemiyle talepte bulunulduğu ve Mahkemenin de bu talebi değerlendirdikten sonra itiraz konusu kuralın iptali istemiyle itiraz yoluna başvurduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda itiraz yoluna başvuran Mahkemenin önünde herhangi bir dosya veya evrakın bulunmadığı ileri sürülebilirse de tutuklama tedbiri gibi önemli ve acil karar vermeyi gerektiren durumlarda “bakılmakta olan dava" kavramının geniş yorumlanması gerekmektedir. Bu nedenle, itiraz yoluna başvurulduğu sırada ilgili mahkemenin önünde usulüne uygun açılmış bir davanın varlığı yeterli görülmelidir. Dolayısıyla, itiraz yoluna başvuran mahkemenin aynı kararda hem Anayasa’ya aykırı gördüğü kuralları uygulayarak davayı sonuçlandırması hem de Anayasa Mahkemesine başvurması istisnai ve zorunlu durumlarda kabul edilebilir. Aksinin kabulü hâlinde, Anayasa’ya aykırı olduğu düşünülen bir kuralın itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne getirilmesi engellenmiş olacaktır.

İtiraz yoluna başvuran Mahkemedeki bakılmakta olan davada, tutuklama tedbiri gibi son derece önemli ve acil bir konu karara bağlanmış ve itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varılarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Bu nedenle, itiraz yoluna başvuran Mahkemede bakılmakta olan bir davanın varlığı kabul edilerek işin esasının incelenmesine karar verilmiştir.

Nuri NECİPOGLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile Haşan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.

B- E.2014/174 Sayılı Başvuru Yönünden

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOGLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ ve Haşan Tahsin GÖKCAN’ın katılımlarıyla

  • tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ve Haşan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUGUYLA karar verilmiştir.

Y- BİRLEŞTİRME KARARI

4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 74.

maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin iptaline karar verilmesi istemiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin davanın, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2014/164 sayılı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, E.2014/174 sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas incelemenin E.2014/164 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 13.11.2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

  • ESASIN İNCELENMESİ

Başvuru kararları ve ekleri, Raportör Mustafa ÇAL tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- 5235 Sayılı Kanun’un 6545 Sayılı Kanun’un 48. Maddesiyle Değiştirilen 10. Maddesinin İncelenmesi

Başvuru kararında, itiraz konusu kuralla, tüm Türkiye’de yürütülen soruşturmaların akıbetinin sınırlı sayıdaki hâkimlikler vasıtasıyla siyasi iktidarın inisiyatifine bırakıldığı, sulh ceza hâkimliği kurumunun kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların denetim makamı olarak belirlenmesinin mağdurların hak arama özgürlüğünü kısıtladığı gibi kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkıyla bağdaşmadığı, ayrıca bu kurumun yargı bağımsızlığı ilkesine ve doğal hâkim ilkesine aykırılık oluşturduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 19., 36. ve 37. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

6216 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre, itiraz konusu kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nm 142. maddesi yönünden de incelenmiştir.

İtiraz konusu kuralla, kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliğinin kurulduğu hükme bağlanmış ve müstakilen sulh ceza hâkimliğinde görevlendirilen hâkimlerin, adli yargı adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendinlemeyeceği ve sulh ceza hâkimliğinin, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulacağı ifade edilmiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçman, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Anayasa’nın 142. maddesinde de, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işley işi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.

Hukuk devletinde, suçlara ve ceza yargılamasına ilişkin kurallar, Anayasa’nın konuya ilişkin kuralları ile ceza hukukunun ana ilkeleri başta olmak üzere, ülkenin sosyal ve kültürel yapısı, etik değerleri ve ekonomik hayatın gereksinmeleri göz önüne alınarak saptanacak ceza siyasetine göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği konusunda takdir hakkına sahip olduğu gibi ceza yargılamasına ilişkin kurallar belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, yapısı, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri hakkında da Anayasa kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine sahiptir.

6545 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle 5235 sayılı Kanun’un 10. maddesinde yapılan değişiklikle, iki yıla kadar hapis cezalan ile adli para cezalarını gerektiren suçlara ilişkin davalara bakmakla ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasıyla görevli bulunan sulh ceza mahkemeleri kaldırılarak yerlerine sulh ceza hâkimlikleri kurulmuş ve daha önce sulh ceza mahkemelerince yerine getirilen “yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gereken kararları alma” görevi sulh ceza hâkimliklerine verilmiştir.

6545 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde, “...soruşturma aşamasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları vermek üzere sulh ceza hâkimlikleri oluşturulmakta, böylelikle koruma tedbirlerine ilişkin ihtisaslaşmasının sağlanması, temel hak ve hürriyetlerin daha etkin bir şekilde güvence altına alınması ve yargılama faaliyetlerinin daha adil bir noktaya taşınması amaçlanmaktadır. itiraz konusu kuralın madde gerekçesinde ise "Bu düzenleme sonrasında zaman içinde sulh ceza hâkimliklerinin birbirleriyle olan etkileşimlerinin sağlanmasıyla birlikte koruma tedbirleri alanında verilen kararlarda ülke genelinde bir standart yakalanması amaçlanmaktadır. ” denilmek suretiyle sulh ceza hâkimliklerinin kuruluş amacı ifade edilmiştir.

Uygulamada sulh ceza mahkemelerinin üzerindeki aşırı iş yükü, davaların asıl iş, soruşturma sırasında hâkimlerce verilmesi gereken kararların alınması görevinin ise tâli bir iş olarak görülmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum, sulh ceza mahkemelerinin soruşturma sırasında verilmesi gereken kararlara yeterince eğilememeleri sorununu gündeme getirmiş ve bu konuda çok ciddi hak ihlallerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca tutuklama gibi kararları vererek şüpheli hakkında ihsasa varacak derecede görüş açıklayan hâkimlerin, sonradan aynı kişiler hakkındaki davanın esasına da katılması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de dâhil olmak üzere hukuk çevrelerince eleştirilmiştir.

2012 yılında tüm bu sorunları aşmak üzere öncelikle bu ihlallerin en ağır şekilde yaşandığı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi uyarınca görevli mahkemelerin (özel yetkili mahkemelerin) görev alanına giren işler yönünden uygulamada “özgürlük hâkimliği” olarak adlandırılan hâkimlikler oluşturulmuş ve bu hâkimlerin özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren konulara ilişkin olarak soruşturma sırasında hâkimlerce verilmesi gereken kararları vermesi sağlanmıştır. Bu düzenlemede, tutuklama, arama, iletişimin tespiti gibi soruşturma aşamasında hâkim veya mahkemelerce verilmesi gereken kararları özel yetkili mahkemelerin değil, özgürlük hâkimlerinin vermesi ve özgürlük hâkimlerine bu işler dışında davanın esasını çözme ve benzeri başka hiçbir iş ve görev verilmemesi öngörülmüştür. Söz konusu düzenleme, Anayasa Mahkemesinin 4.7.2013 tarihli ve E. 2012/100, K. 2013/84 sayılı kararıyla Anayasa’ya aykırı bulunmamıştır.

Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinde kanunların kamu yararı gözetilerek çıkarılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken ''kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun koyucunun kamu yararı anlayışının isabetli olup olmadığı yönündeki bir değerlendirme anayasallık denetiminin kapsamı dışında kalmaktadır. İtiraz konusu kuralla da yukarıda belirtilen gerekçeler dikkate alınarak daha önce sulh ceza mahkemelerince yerine getirilen “soruşturma sırasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları alma' görevi sulh ceza hâkimliklerine verilmiştir. Soruşturma safhasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararların, bu konularda uzmanlaşmış hâkimlerce verilmesini sağlamak amacıyla sadece bu işlere bakmakla görevli sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasında kamu yararının sağlanması amacının gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple, düzenlemenin hukuk devleti ilkesiyle çelişen bir yönü bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, Anayasa’nın 37. maddesinde, “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bîr merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. ” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da belirtildiği gibi, tabii hâkim ilkesi, suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini yasanın belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Tabii hâkim ilkesi yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıcın atanmasına; başka bir anlatımla, sanığa veya davanın taraflarına göre hâkim atanmasına engel oluşturur.

Bununla birlikte kanuni hâkim güvencesi, yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin, kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakmaları kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez. Aksi takdirde, yer değiştirme esasına göre görev yapan hâkimlerin atandığı yerdeki derdest davalara bakmalarının tabii hâkim ilkesine aykırı görülmesi sonucu doğar ki, anılan ilkenin bunu amaçladığı söylenemez.

Soruşturma safhasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararların bu konularda uzman hâkimlerce verilmesini sağlama amacına yönelik olarak sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasını ve “soruşturma sırasında hâkim tarafından verilmesi gereken kararları almak‘'\& görevli ve yetkili kılınmasını öngören itiraz konusu kural, belirli bir suçun işlenmesinden sonra buna ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamadığı gibi kuralın, yürürlüğe girmesini müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması nedeniyle kanuni hâkim güvencesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.

Anayasa’ya aykırılık itirazına ilişkin kararda sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığı ileri sürülmüştür. Bağımsızlık ve tarafsızlık, bir mercie mahkeme vasfını kazandıran temel unsurlardandır. Anayasa’nm 9. maddesinde, yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı açıkça hükme bağlanmış; 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Bağımsızlık, mahkemenin bir uyuşmazlığı çözümlerken, yasamaya, yürütmeye, davanın tarafları ile çevreye ve diğer yargı organlarına karşı bağımsız olmasını, onların etkisi altında olmamasını ifade etmektedir.

AİHM kararlarında da vurgulandığı üzere, mahkemelerin bağımsız olup olmadığı değerlendirilirken üyelerinin atanma şekli ve görev süresi, dışarıdan yapılacak baskılara karşı garanti mekanizmalarının oluşturulup oluşturulmadığı ve kuruluşlarıyla bağımsız bir görüntü sergileyip sergilemediğine bakılması gerekmektedir (Langborger/İsveç, B.No. 11179/84, K.T. 22.6.1989, § 32).

Sulh ceza hâkimleri de diğer tüm hâkimler gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca (HSYK) atanmakta ve Anayasa’nın 139. maddesinde öngörülen hâkimlik teminatına sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla sulh ceza hâkimlerinin mahkemelerin bağımsızlığı yönünden diğer hâkimlerden farklı bir konuma yerleştirildikleri ve bağımsızlık güvencelerinin zayıflatıldığı kanaatini oluşturacak herhangi bir neden görülmemektedir.

Mahkemelerin tarafsızlığı kavramı, görülecek davalar karşısında bizzat mahkemenin kurumsal yapısı ile davaya bakmakla görevli hâkimin tutumu üzerinden açıklanmaktadır. Öncelikle mahkemelerin kuruluşu ve yapılanmasıyla ilgili yasal ve idari düzenlemelerin, bunların nesnel olarak tarafsız olmadığı izlenimini vermemesi gerekir. Esasında kurumsal tarafsızlık, mahkemelerin bağımsızlığı ile bağlantılı bir konudur. Tarafsızlık için öncelikle bağımsızlık ön koşulu gerçekleşmeli ve ek olarak, kurumsal yönden de taraf görüntüsü verecek bir yapılanma oluşmamalıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, sulh ceza hâkimliklerinin tâbi olduğu Anayasa ve kanun hükümlerinde yer alan ve bağımsızlığı öngören düzenlemeler ile burada görev alacak hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını temin eden güvenceler karşısında, nesnel açıdan tarafsızlığın bulunmadığı ileri sürülemez.

Mahkemelerin tarafsızlığını ifade eden ikinci unsur, hâkimlerin, görülecek davaya ilişkin öznel tutumlarıyla ilgilidir. Davaya bakacak olan hâkimin, davanın taraflarına karşı eşit, yansız ve önyargısız durması, hiçbir telkin ve baskı altında kalmadan, hukuk kuralları çerçevesinde vicdani kanaatine göre karar vermesi gerekir. Anayasa ve kanunlar karşısında hâkimlerden beklenen de budur. Aksi yöndeki davranışlar ise hukuk düzenince disiplin ve ceza hukuku alanındaki yaptırımlara tâbi kılınmıştır. Adalet sistemindeki tüm hâkimler gibi, Anayasa ve kanun hükümleri ile yasama, yürütme ve diğer yargı organlarına ve topluma karşı bağımsızlıkları ve mesleki teminatları sağlanmış olan sulh ceza hâkimlerinin de, görevleri sırasında tarafsız hareket etmeleri için gereken güvenceleri haiz oldukları anlaşılmaktadır. Görülmekte olan davada taraflı davranıldığı iddiası ise ilgili usul kanunlarında karşılığı bulunan ve anayasal denetimin kapsamı dışında kalan bir husustur. Dolayısıyla iptali istenin kuralın, sulh ceza hâkimlerinin sübjektif tarafsızlığını temin etmediği söylenemez.

Yukarıda açıklandığı üzere, sulh ceza hâkimliklerinin itiraz konusu kuralla, diğer tüm mahkemelerde olduğu gibi Anayasa’nm öngördüğü biçimde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uygun olarak teşkilatlandırdıkları anlaşılmakta olup bunların yapılanması ve işleyişinde, tarafsız davranamayacakları sonucuna ulaşılmasını gerektiren herhangi bir unsura yer verilmemiştir. Ayrıca, somut, nesnel ve inandırıcı delillerle hâkimin tarafsızlığını yitirdiğinin ortaya konulması durumunda davaya bakmasını engelleyen usul hükümleri bulunmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2., 37. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.

Kuralın Anayasa’nm 19. ve 36. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

B- 5271 Sayılı Kanun’un 268. Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının 6545 Sayılı Kanun’un 74. Maddesiyle Değiştirilen (a) ve (b) Bentlerinin İncelenmesi

Başvuru kararında, itiraz konusu kurallarla sınırlı sayıdaki sulh ceza hâkimlerinden oluşan bir sistem kurulduğu, bunlardan biri tarafından verilen kararlara itirazın aynı sistem içindeki bir merci tarafından kesin olarak karara bağlanacağı, bu yolun itirazlar bakımından etkili bir yol olarak kabul edilemeyeceği, suç sonrası yapılan düzenleme ile itiraz kanun yolunun etkisiz hâle getirilmesinin hukuk devleti ve tabii hâkim ilkesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği ve adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 19., 36, ve 37. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

6216 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre, itiraz konusu kural ilgisi nedeniyle Anayasa’mn 142. maddesi yönünden de incelenmiştir.

Kanun’un 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının itiraz konusu (a) bendinde sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesinin; o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine ait olacağı öngörülmüştür.

Maddenin (3) numaralı fıkrasının itiraz konusu (b) bendinde ise itiraz üzerine ilk defa sulh ceza hâkimliği tarafından verilen tutuklama kararlarına itiraz edilmesi durumunda da (a) bendindeki usulün uygulanacağı, ancak ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hâkimliğinin, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemeyeceği hükme bağlanmıştır.

Anayasa’nm 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. ” hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir.

Kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülen bir kararın, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından incelenmesini sağlayan hukuki yoldur. Kanun yolunun amacı, yargı yerleri tarafından verilen kararların, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından denetlenmesine imkân tanınmak suretiyle daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisindedir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir.

Anayasa’mn 142. maddesinde, “yargılama usullerinin” kanun ile düzenlenmesi öngörülmektedir. Kanun yoluna ilişkin düzenlemeler de yargılama usulü kapsamındadır. Buna göre, kanun yolu usulünün ve merciinin belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Ancak, kanun koyucu bu takdir yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine ve Anayasa’daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine ve adil yargılanma hakkına uygun hareket etmelidir. Anayasa’nm 36. maddesi kapsamında korunan kanun yoluna başvurma hakkının etkili bir şekilde sağlanabilmesi için kanun yolu merciinin, incelenen kararı gerektiğinde değiştirme yetkisine de sahip olması gerekir.

İtiraz konusu kuralla, sulh ceza hâkimliklerince verilecek olan kararlara karşı itiraz yoluna başvurulabileceği belirtilerek kişilere kanun yoluna başvurma hakkı tanınmış ve itirazı incelemeye yetkili merciler gösterilmiştir. Sulh ceza hâkimliklerince verilen kararlara karşı yapılan itirazların yüksek görevli veya bir diğer mahkemece incelenmesini gerektiren anayasal bir norm bulunmamaktadır. Ceza yargılama usulündeki kanun yolunda temel ilke, cezai nitelikte kararların ilk kararı veren mahkemeden bağımsız ve ayrı bir merci tarafından etkili bir şekilde denetlenmesi olup bu merciin yüksek görevli veya üst düzeyde bir merci olması zorunlu değildir.

Bir il veya ilçenin adını taşıyan mahkemelerin, iş durumunun gerekli kıldığı hâllerde, birden fazla kurulan "daire ’lerinin. yargılama faaliyetleri ve kanun yolu başvurularının incelenmesi yönünden aynı mahkeme olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Yargı yerlerinin bir isim altında daireler hâlinde çalışmaları, mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin “idari nitelikte” bir tercihten ibarettir. 5271 sayılı Kanun’un itiraz kanun yoluna ilişkin 268. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, itiraz mercii olarak belirlenen sulh ceza hâkimliklerinin, itiraz edilen kararı denetleyerek işin esası hakkında karar verme yetkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla öngörülen kanun yolunun etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan, bir mahkemece verilen karara karşı yapılan itirazların aynı yerde bulunan ve bir sonraki numarayı taşıyan diğer bir mahkemece incelenerek karara bağlanması, gerek adli ve askeri ceza yargılama hukukunda, gerekse medeni yargılama hukukunda yerleşik bir uygulamadır. Örneğin, 5271 sayılı Kanun’un 268. maddesi uyarınca, ağır ceza mahkemesi kararlarına yapılan itirazlar, numara olarak kendisini izleyen ağır ceza mahkemesi tarafından İncelenmekte ve sonuçlandırılmaktadır. Bu tür düzenlemelerin bazıları Anayasa Mahkemesinin denetiminden de geçmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 1.11.2012 tarihli ve E.2011/64, K. 2012/168 sayılı kararında 2004 sayılı îcra ve İflas Kanunu’nun 353. maddesi gereğince icra ceza mahkemelerinin verdiği disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde numara olarak kendisini izleyen daireye itiraz edilebileceği yönündeki kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu yönündeki iddia reddedilmiş olduğundan bu konu Anayasa Mahkemesi tarafından açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır.

Dolayısıyla kanun yolu mercii ile ilgili düzenlemenin Anayasa ve ceza muhakemesi hukuku ilkelerine aykırı olduğu söylenemez. Anayasallık denetiminde kanun koyucunun kanun yolu yöntemi ve merciinin belirlenmesi hususundaki takdir yetkisi, ancak kamu yararı amacının var olup olmamasıyla sınırlı olarak incelenebilir. Başka bîr ifadeyle, düzenlemenin yerindeliğinin incelenmesi mümkün olmadığı gibi, itiraz konusu kural bakımından, benimsenen itiraz yönteminin isabet derecesi ile ceza yargılaması hukukunun amaçlarına ne derecede uyduğu hususu denetlenemez. Müstakilen bu işle görevlendirilmeleri nedeniyle koruma tedbirleri konusunda ihtisas kazanacağı değerlendirilen sulh ceza hâkimlerinin kararlarına itirazın da diğer bir sulh ceza hâkimine yapılması yönteminin öngörülmesinde kamu yararı amacına dayanıldığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla itiraz konusu kuralla getirilen, sulh ceza hâkimliklerince verilen kararlara karşı başvurulacak kanun yolu usulüne ilişkin düzenlemeler, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olup sulh ceza hâkimliğinin kararlarına karşı yapılacak itirazların da uzmanlaşma ve yeknesaklığın sağlanması amacıyla sulh ceza hâkimliklerince incelenmesini öngören kurallar hukuk devleti ilkesi ve adil yargılanma hakkını zedelememektedir.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa’nm 2., 36. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.

Kuralların Anayasa’nın 19. ve 37. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.

Haşim KILIÇ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.

  • SONUÇ

A- 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 48. maddesiyle değiştirilen 10. maddesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

B- 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 18.6.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin, Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, Haşim KILIÇ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Erdal TERCAN5m karşıoylan ve OYÇOKLUĞUYLA,

14.1.2015 tarihinde karar verildi.

Başkan        Başkanvekili  Başkanvekili

Haşim KILIÇ    Serruh KALELİ Alparslan ALTAN

Üye                                             Üye                                        Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR Osman Alifeyyaz PAKSÜT Recep KÖMÜRCÜ

Üye                                            Üye                                        Üye

Burhan ÜSTÜN                         Engin YILDIRIM                  Nuri NECİPOĞLU

Uye                                             Üye                                        Üye

Hicabi DURSUN                    Celal Mümtaz AKINCI                 Erdal TERCAN

Üye                                      Üye

Muammer TOPAL Zühtü ARSLAN

Üye

Haşan Tahsin GÖKCAN

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı: 2015/12

KARŞIOY YAZISI

5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının 6545 sayılı Kanun'un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinin iptali istemiyle yapılan başvuruda, Mahkememiz çoğunluğu kuralın Anayasa’ya aykırı olmaması nedeniyle reddine karar vermiştir.

5271 sayılı Kanun’un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca sulh ceza hâkimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesinin, o yerde birden fazla sulh ceza hâkimliğinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen hâkimliğe; son numaralı hâkimlik için bir numaralı hâkimliğe; ağır ceza mahkemesinin bulunmadığı yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine; ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerlerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine ait olacağı hükme bağlanmıştır.

İtiraza konu değişiklik öncesinde sulh ceza hâkimlerinin, soruşturma aşamasındaki kararlarına karşı yapılan itirazlar, tevzi edilen asliye ceza mahkemesi tarafından değerlendirilmekte ve asliye ceza mahkemesinde değişik işler için nöbetçi bulunmadığından; itirazın hangi asliye ceza mahkemesine düşeceği bilinmemekte ve mahkemeler etki altında kalmamakta iken, yeni sistemde sulh ceza hâkimleri birbirlerinin kararlarını denetlemektedir. Buna göre iki sulh ceza hâkimliğinin bulunduğu bir yerde I. sulh ceza hâkiminin kararları itirazen 2. sulh ceza hâkimi tarafından; 2. sulh ceza hâkiminin kararları ise itirazen 1. sulh ceza hâkimi tarafından incelenecektir.

İtiraz konusu düzenleme ile sulh ceza hakimliklerinin soruşturma aşamasındaki işlemlerine, özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi koruma tedbirlerine ilişkin olarak verilen kararların üst derece merci tarafından denetlenmesi imkanı ortadan kaldırılarak aynı derecedeki diğer sulh ceza hakimleri tarafından denetlenmesi öngörülmüştür.

Kuralın Anayasa’ya aykırılık incelemesinin farklı anayasal hükümler açısından ayrı başlıklar halinde yapılması gerekmiştir.

  1. Anayasa’nın 2. ve 36. Maddeleri Yönünden Değerlendirme

Anayasa Mahkemesine göre Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.

Bu ölçülere göre söz konusu düzenleme öncelikle Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Zira, yargılama makamları tarafından alınan kararlara karşı kanun yolunun öngörülmesiyle ulaşılmak istenen amaç, yargılama makamları tarafından yapılan yanlışlıkların, "bir başka yargılama makamı” tarafından düzeltilmesine imkân tanımaktır. Böylece ikinci bir denetim imkânı getirilerek olası yargısal hatalar en aza indirilmiş olmakta, bu suretle hem yargı önüne gelen kişilere daha güvenceli bir yargı hizmeti sunulmakta, hem de genel anlamda yargı örgütünün daha etkili işlemesi sağlanmaktadır.

Kanun yoluna başvurma hakkının tanındığı hâllerde, kanun yoluna başvuru usulleri ve başvurulacak merciler konusunda yasama organının takdir yetkisi bulunmakla birlikte kanun koyucu, bu yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine ve Anayasa'daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine uygun hareket etmelidir. Diğer bir ifadeyle kanun koyucu sahip olduğu takdir yetkisine uygun olarak yaptığı düzenlemelerde, kanun yolunun etkili olmasını sağlayacak güvenceleri de gözetmek durumundadır. Bu nedenle kural bazında bir kanun yolu öngörülmüş olması yeterli görülemez. Kanun devletinden farklı olarak, bir hukuk devletinde, var olan güvencelerin kağıt üzerinde şeklen değil, fiilen ve somut olarak etkili bir şekilde hayata geçirilmesi gerekir. Özellikle özgürlük ve güvenlik hakkı söz konusu olduğunda, hukuk devletinin bir gereği olarak etkililik unsuru azami seviyede hayata geçirilmelidir.

Hukuk devletinde kişilere itiraz kanun yoluna başvurma hakkının tanınmasının nedeni; bir yargılama makamının verdiği kararda hukuka aykırılık olduğunun ileri sürülmesi hâlinde, bu aykırılığı tespit etmek üzere kural olarak “başka bir yargılama makamı ” tarafından incelenmesini sağlamak ve bu yolla daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır. Bu açıdan bu amacın gerçekleşmesini sağlayacak bir kanun yolu usulünün, herhangi bir şekilde değil, ancak hukuk devletinin gerektirdiği nitelikte oluşturulması gerekmektedir. Bu kapsamda kanun yolu başvurusunu inceleyecek merciin, kararı denetlenecek merciden farklı ve bağımsız bir mercii olması, söz konusu niteliğin sağlanmasında ilk şarttır. Sonrasında ise getirilen kanun yolunun erişilebilir ve öngörülebilir olmasının yanında, kişilere makul bir başarı şansı vermesi de gerekmektedir. Yani bireyler söz konusu kanun yoluna başvururken, bu kanun yolunun kendilerine makul bir başarı/giderim imkânı vermekte olduğuna inanabilmeli ve bu hususta belli bir güvene sahip olmalıdır. Tüm bu şartlar sağlanmadığı durumda getirilen kanun yolunun hukuk devletinin gerektirdiği nitelikte olduğu söylenemez.

Hukuk devleti ilkesine göre, egemenlik gücünü millet adına elinde bulunduran anayasal organlar, bu gücü hukukun genel ilkeleri, anayasa ve kanunlar çerçevesinde, insan onurunun, insan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin korunması, adaletin ve hukuk güvenliğinin sağlanması amacıyla kullanabilirler.

İtiraz konusu kuralda düzenlenen yetkileriyle sulh ceza hakimliği sistemi ceza yargılama sistemimizde mevcut dokuya uymayan farklı bir yapı oluşturmuştur. Sulh ceza hakimliklerinin Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından sınırlı sayıda görevlendirilen hakimlerden oluşması bu hakimliklerin kararlarının denetimi açısından büyük önem kazanmaktadır. Kurulun oluşum biçimi de gözetildiğinde, bu Kurul tarafından seçilen sulh ceza hakimlerine verilen geniş yetkilerin somut olaylarda kullanımının daha etkili şekilde denetlenmesi gerekir.

Koruma tedbirine karar verecek hakimin bağımsız ve tarafsız olması yargılamanın güvenirliği açısından çok önemlidir. İtiraz konusu düzenleme gereğince sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma işlemlerine ilişkin verdikleri kararlara karşı yapılan itirazın incelemesinin ''farklı ve bağımsız üst dereceli bir mahkeme ” yerine, “birbiriyle iç içe geçmiş aynı derecede sulh ceza hâkimliklerince ” gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu yöndeki bir itiraz incelemesi her şeyden önce bu yola başvuran kişilerde makul bir güven oluşturmamaktadır. Zira, itiraz usulünün etkili ve dolayısıyla güven veren bir kanun yolu olarak değerlendirilebilmesi için bu hâkimliklerin birbirlerine karşı da bağımsız olmaları ve birbirlerinin etkilerine maruz kalmadan faaliyet gösterebilmeleri gerekmektedir. Oysa itiraz konusu düzenleme uyarınca “eşitler arası bir denetim sistemi” öngörülerek kendi içinde işleyen “kapalı devre bir denetim usulü” benimsenmiştir. Bu şekilde kapalı devre işleyen bir sistemin bu yolu kullanan bireylere makul bir başarı şansı ve dolayısıyla da güven verebileceğini söylemek mümkün gözükmemektedir. Çünkü itiraz incelemesinin kapalı devre işlemeyen bir sistemle yapılmasındaki temel amaç, itiraz konusu kararların “daha yüksek güvence sunan üst dereceli mahkemelerce ” gözden geçirilmesini mümkün kılmak ve böylece her türlü şüpheden uzak olarak ilgili kişilerde ve bu arada toplumda güven oluşturmaktır.

Bu açıdan somut olaylar bağlamında, tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi sağlandığında, öncelikle ilgili kişilerde ve toplumda bu kanun yoluna karşı belli bir güven oluşturulabilecektir. Böylece kişilere daha güvenli bir denetim imkânı verilebilecektir. Bu kapsamda farklı bakış açısıyla yapılan bir denetim bir yandan kapalı devre olarak işleyen bir itiraz denetiminde karşılaşılması muhtemel “iç körlük” riskini azaltırken, diğer yandan kişisel önyargı/tercihlerin verilecek kararlara yansıması riskini azaltacaktır. Oysa getirilen düzenleme ile kapalı devre bir sistem oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağı kaldırılmıştır. Bu açıdan kişiler hukuk devletine uygun nitelikte yüksek standartta denetim imkânından yoksun bırakılmıştır. Çünkü yeni düzenleme ile getirilen ve kapalı devre olarak işleyen sistem; her şeyden önce “iç körlük” riskini artırmaktadır. Çünkü getirilen sistemde tutuklama kararını veren ile bu kararı denetleyen hâkimler adeta iç içe geçmiş durumdadır. Diğer taraftan “iç körlük” riskiyle bağlantılı olarak bu tür bir sistemde kişisel önyargıların/tercihlerin kararlara yansıması ve teknik-hukuki hataların yapılması riski oldukça yüksektir. Zira sistem kapalı devre işlemekte, farklı bakış açısıyla yapılan etkili bir denetim olanağı sunmamaktadır. Bu da doğal olarak teknik-hukuki hataların yapılması riskini artırmaktadır.

Anayasa’mn 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. ” hükmüne yer verilmek suretiyle hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı anayasal güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanı sıra diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birini oluşturmaktadır.

Anayasa Mahkemesi bir kararında hak arama özgürlüğü kavramını, kısaca, “hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma hakkını içeren”... “bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme uğraşının uygar yöntemi” olarak tanımlamıştır. Söz konusu özgürlük, kişinin hakları ve ödevleri başlığı altında düzenlenmiş ve böylece bireyin topluma ve özellikle de devlet gücüne karşı korunması amaçlanmıştır.

Dava açma ve şikayette bulunma gibi, kanun yoluna başvurma hakkı da hak arama özgürlüğü kapsamında bir haktır. Çoğunluk gerekçesinde de belirtildiği üzere, kanun yolu, bir yargı yeri tarafından verilen ve hukuka aykırı olduğu ileri sürülen bir kararın, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından incelenmesini sağlayan hukuki yoldur. Kanun yolunun amacı, yargı yerleri tarafından verilen kararların, kural olarak başka bir yargı yeri tarafından denetlenmesine imkân tanınmak suretiyle daha güvenceli bir yargı hizmeti sunmaktır. Kanun yoluna başvuru hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamı içerisindedir. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile gösterilmektedir.

Anayasa’nın 142. maddesinde, “yargılama usullerinin” kanun ile düzenlenmesi öngörüldüğünden, kanun yolu usulünün ve merciinin belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirindedir. Ancak, kanun koyucu bu takdir yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerine ve Anayasa’daki kurallara, özellikle de hukuk devleti ilkesine ve adil yargılanma hakkına uygun hareket etmelidir.

AİHS'nin 13. maddesinde de, “ulusal bir makama etkili başvuru yapabilme hakkının” altı çizilmiştir. AİHM etkili başvuru yolunu, “teorik ve hayali değil, fiilen ve gerçekten mevcut bulunan, yani sonuç doğurabilir nitelikte bir başvuru yolu” olarak değerlendirmektedir. Buna göre, bireylerin başvurmaları halinde haklarının korunması açısından etkili sonuç alamayacakları, yeterli denetim güvencelerine sahip bulunmayan ve görünürde mevcut olan bir başvuru yolunun Anayasa ve Sözleşme anlamında etkili bir başvuru yolu olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle, kanun yoluna başvurma hakkının etkili bir şekilde sağlanabilmesi için kanun yolu merciinin, iç ve dış bağımsızlığa sahip, incelenen kararı gerektiğinde değiştirme yetkisi olan ve başvurucuya etkili denetim imkanı sağlayan bir konum ve yapıya sahip bulunması gerekir.

Ülkemizde kanun koyucu sahip bulunduğu takdir yetkisi kapsamında farklı yargı kolları açısından kanun yolu denetimine ilişkin esasları belirlemiş bulunmaktadır. İtiraza konu kuralda yer alan düzenleme de bu yetkiye dayanılarak yapılmıştır. Buna göre, sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma aşamasındaki görev ve yetkileriyle özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi koruma tedbirlerine ilişkin verilen kararların, itiraz üzerine üst derece merci tarafından denetlenmesi imkânı ortadan kaldırılarak aynı derecedeki diğer bir hakim tarafından denetlenmesi öngörülmüştür.

Çoğunluk gerekçesinde bir il veya ilçenin adını taşıyan mahkemelerin, iş durumunun gerekli kıldığı hâllerde, birden fazla kurulan “daire”lerinin, yargılama faaliyetleri ve kanun yolu başvurularının incelenmesi yönünden aynı mahkeme olarak değerlendirilemeyeceği ve yargı yerlerinin bir isim altında daireler hâlinde çalışmalarının, mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin “idari nitelikte” bir tercihten ibaret olduğu belirtilerek, kuralın Anayasa’ya aykırı olmadığı sonucuna varılmış ise de, bu sonuca varılırken burada sözkonusu olan durumun özellikleri göz ardı edilmiştir.

Öncelikle düzenleme, özgürlük ve güvenlik hakkı, özel hayatın dokunulmazlığı, konut dokunulmazlığı, haberleşme özgürlüğü gibi birçok temel hak ve özgürlük alanı ile ilgili olarak verilen sulh ceza hakimliklerinin kararlarına karşı itiraz kanun yolunu düzenleyen öznel bir duruma ilişkindir. İtiraz konusu kural, sulh ceza hâkimliklerinin soruşturma aşamasındaki görev ve yetkileriyle özellikle tutuklama, arama, yakalama gibi koruma tedbirlerine ilişkin verilen kararlarla ilgili itiraz kanun yoluna ilişkin düzenlemelerden oluşmaktadır.

Ceza yargılaması doktrin ve uygulamasına göre, kanun yollarına başvurulması halinde, kural olarak başvuruyu inceleyecek olan makam, kararı veren makamdan başka bir makam olmalıdır. Bu açıdan her kanun yolu kural olarak bir “derece” oluşturur. Yine kural olarak kanun yolu uyuşmazlığını çözecek olan makamın da derece itibariyle uyuşmazlığa konu kararı vermiş olan makamdan daha yüksek bir makam olması gerekir (Nurullah KUNTER/Feridun YENİSEY/Ayşe NUHOĞLU; Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Bası, İstanbul, 2008, sh. 1371). Zaten, itiraz kanun yolu da doktrinde, "bir hakim veya mahkeme kararından mağdur olan veya mağdur olduğunu sanan ilgili kimsenin başvurması üzerine bu kararın başka bir kaide olarak daha yüksek kazai mercie götürülmesini ve orada fiili ve hukuki bakımlardan yeniden incelenmesini ve denetlenmesini sağlayan bir taarruz yolu” (Turhan Tufan YÜCE; Ceza Muhakemeleri Usulünde İtiraz, Adalet Dergisi,Yıl:53, Mayıs Haziran 1962 S:5-6, sh.491.); başka bir ifadeyle “henüz kesinleşmemiş hâkim veya mahkeme kararında hata veya hukuka aykırılıkların bulunduğu gerekçesiyle, bu kararın daha yüksek bir makama fiilî (maddî) ve hukuki bakımdan incelenmesini ve denetlenmesini sağlamak için yapılan olağan bir kanun yolu başvurusu” olarak tanımlanmaktadır. (Devrim AYDIN; Ceza Muhakemesi Kanunu'nda İtiraz, Barolar Birliği Dergisi, 2006, S.65, sh.63,64).

Çoğunluk kararındaki, itiraz konusu kuralda düzenlenen hususun, yargı yerlerinin bir isim altında daireler hâlinde çalışmalarında olduğu gibi mahkemelerin teşkilatlanmasına ilişkin “idari nitelikte’’ bir tercihten ibaret olduğu yolundaki gerekçeye katılmak mümkün olmamıştır. Genel olarak usul kuralları belirlenirken, düzenleme konusu hukuk alanı ve uzmanlık gözetilerek farklı düzenlemeler öngörülmesi mümkündür. Sözgelimi belirli ağırlıktaki suçlar yönünden ağır ceza mahkemeleri, icra iflas hukukundan kaynaklanan kimi uyuşmazlıklar için icra mahkemeleri bu idari teşkilatlanma ve tercih yetkisi ile kurulmuş ve bu mahkemeler arasındaki ilişkiler kanunda düzenlenmiştir. Sözkonusu mahkeme kararlarına itirazla ilgili olarak da itiraz konusu kuralda olduğu gibi kendi içerisinde bir denetim sistemi öngörüldüğü söylenebilirse de, buradaki durum farklıdır.

İtirazı incelemeye yetkili mercilerin düzenlendiği Ceza Muhakemesi Kanununun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesinin, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesinin, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine ait olduğuna ilişkin düzenleme bulunmaktadır. Burada asliye ceza mahkemesi kararlarına karşı itirazı inceleme yetkisinin yargı çevresindeki ağır ceza mahkemesine ait olduğu belirtilmekle birlikte, ağır ceza mahkemelerinin üstünde daha üst dereceli mahkeme bulunmaması nedeniyle zorunlu olarak, itirazı inceleme yetkisinin o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

Yine, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 353. maddesinde de, icra mahkemelerince verilen tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı yapılan itirazı incelemeye yetkili mercilerin; icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daire, son numaralı daire için birinci daire, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesi, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde en yakın asliye ceza mahkemesi olduğu belirtilmiştir.

Ağır ceza mahkemesinin kararlarına karşı itirazların diğer ağır ceza mahkemeleri tarafından ve icra mahkemelerinin kararlarına karşı itirazların da yine icra mahkemelerince denetlenmesinin öngörülmüş olması, sözkonusu mahkemelerin üstünde bir “derece”nin, üst dereceli bir mahkemenin bulunmamasından doğan bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Adli teşkilatlanmada sulh ceza hakimliklerinden sonra asliye ceza hakimlikleri ve ağır ceza mahkemeleri bulunmaktadır. Hakimlik olarak teşkilatlanan bir merciin kararlarının itiraz yoluyla daha üst derecede bulunan asliye ve ağır ceza mahkemeleri tarafından denetimine olanak sağlanmasının daha güvenceli bir sistem olacağı ise izahtan varestedir. Bu nedenle, ağır ceza ve icra mahkemelerinin kararlarına itiraz için kanunda öngörülen itiraz mekanizması sulh ceza hakimlikleri açısından ölçü teşkil edemez. İlkinde buna imkan bulunmamakta iken, İkincisinde bu mümkündür ve önceki sistem bu dengelere göre kurulmuş iken itiraz konusu düzenleme ile farklı ve daha güvencesiz bir sistem tercihinde bulunulmuştur.

Düzenlemenin gerekçesinde ise, düzenleme sonrasında zaman içinde sulh ceza hakimliklerinin birbirleriyle olan etkileşimlerinin sağlanmasıyla birlikte koruma tedbirleri alanında verilen kararlarda ülke genelinde bir standart yakalanmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Bu gerekçeye katılmak da güçtür. Zira, öncelikle koruma tedbirleri hakkında karar verme yetkisi zaten sulh ceza hakimliklerinde olduğundan standart bu hakimliklerinin verdiği kararlarla belirlenecektir. Standardın oluşturulması için bu kararlara itirazın da mutlaka sulh ceza hakimliklerine yapılması gibi bir zorunluluk sözkonusu değildir.

Öte yandan, soruşturma aşamasında arama, tutuklama, yakalama gibi temel hak ve özgürlüklerle yakından ilgili koruma tedbirleri hakkında karar verme yetkisine sahip bulunan sulh ceza hakimliklerinin etkileşimleri için öngörülen birbirlerinin kararlarını denetleme yetkisi bu hakimliklerin iç bağımsızlıkları açısından sorun oluşturmaktadır. Kaldı ki, koruma tedbirleri alanında verilen kararlarda ülke genelinde bir standart yakalanması gibi bir amaç da koruma tedbirleri hukukunun ilkeleri ile bağdaşmaz. Zira, koruma tedbirleri soruşturma konusu olaya, suça, şüphelinin öznel durumuna, olayın gerçekleştiği yere göre değişen ve sübjektif olarak değerlendirilmesi gereken uygulama işlemleridir. Bu nedenle koruma tedbirleri ile ilgili ülke genelinde uygulanacak kurallar kanun ve alt mevzuatta belirlenirken, bunların özel durumlara uygulanması soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları ve hakimler tarafından gerçekleştirilecektir. Ülke genelinde tüm suçlar veya tüm sanıklar için bir standart yakalanması gibi bir amaç koruma tedbirlerinin bu özellikleriyle bağdaşmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında düzenlemenin haklı nedeni de bulunmamaktadır.

Belirtilen gerekçelerle, 5271 sayılı Kanun’un 268. maddesinin itiraz konusu

  • numaralı fıkrasının (a) bendi Anayasa’nm 2. ve 36. maddelerine aykırıdır.
  1. Anavasa" mıı 19. Maddesi Yönünden Değerlendirme

Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrasında “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.” denilmiş; Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesinin (Sözleşme) 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasında ise yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılman herkesin, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.

Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında herkesin özgürlük ve güvenlik hakkına sahip olduğu ifade edildikten sonra 6 bent halinde kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği haller tahdidi olarak belirtilmiştir. Buna göre “özgürlük kural", “özgürlükten mahrumiyet istisna”dır. Ayrıca 5. maddenin (l) numaralı fıkrasında özgürlükten mahrum bırakılabilecek istisnai haller sayıldıktan sonra (2), (3), (4) ve (5) numaralı fıkralarda özgürlükten mahrum bırakılmaya karşı bireylere sağlanması gereken güvencelere yer verilmiştir. Buna göre taraf devletler öncelikle ulusal hukuklarında özgürlükten mahrum bırakılmayı öngören durumları kanunla belirlemek sorumluluğundadır. Bu kapsamda ilgili kanun yeterince açık, ulaşılabilir ve sonuç olarak hukuk devletinin gereklerini karşılar nitelikte olmalıdır. Ancak ifade edilen kriterler yeterli olmayıp söz konusu kanunların ayrıca Sözleşme've de uygun olması gerekir. Bu çerçevede taraf devletler kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumları belirlerken, 5. maddenin (1) numaralı fıkrasında öngörülen istisnai haller dışında farklı bir istisna öngöremezler. Aksi bir durum taraf devletler açısından Sözleşme’nin açık ihlalini oluşturur. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre, 5. maddenin temel amacı, bireylerin kamu otoriteleri tarafından keyfi biçimde özgürlüğünden alıkonulmasını engellemektir. Bu anlamda özgürlük ve güvenlik hakkı, demokratik bir toplumda temel hak ve aynı zamanda temel güvencelerden biridir. Bu nedenle, özgürlükten mahrum bırakılabilecek durumlar kesin olarak belirlenmeli ve bireyler için öngörülebilir olmalıdır. Ancak bu kriterler sağlandığında kamu otoritelerinin keyfi davranması engellenebilecektir.

Sözleşme’nin 5. maddesi kapsamında kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği istisnai hallerden biri, bir ceza soruşturması kapsamında suç işlediğinden şüphelenilen kişilerin makul gerekçelerin varlığı halinde yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulmasıdır (5/1/c). Bu fıkraya göre, kişiler ancak bir ceza soruşturması çerçevesinde, makul şüphelerin varlığı halinde yetkili adli mercii önüne çıkarılmak amacıyla özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceklerdir. 5. maddenin (3) numaralı fıkrasında 5/1/c bendi uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış bir kamu görevlisi önüne çıkarılması öngörülmüştür. Sözleşme'nin 5/3 fıkrası bu anlamda 5/1/c bendi uyarınca özgürlüğünden mahrum bırakılan kişiler için öngörülmüş resen işletilen/işletilmesi gereken ilk temel güvencedir. Söz konusu güvence hem soruşturma aşamasındaki yakalama ve gözaltı, hem de ceza kovuşturması aşamasında tutuklu yapılan yargılamalar için geçerlidir.

Diğer taraftan Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılman herkesin tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa süre içinde karar verilmesini isteme ve eğer tutulma yasaya aykırı ise serbest bırakılmak için mahkemeye başvurma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (habeas corpus güvencesi). AİHM’ne göre Taraf Devletler, Sözleşme’nin 5/1-c bendine göre özgürlüğünden mahrum kılınma söz konusu olduğunda öncelikle 5/3 fıkrası kapsamında yapılan denetimde adil yargılanma hakkının içerdiği güvenceler en geniş anlamda sağlanmalıdır. Bu güvenceye, denetimi gerçekleştiren adli mercilerin etkinlik ve etkililik gibi bazı nitelikleri taşımaları da dahildir. Özellikle 5/1-c bendi uyarınca özgürlükten mahrum bırakılma söz konusu olduğunda bu güvenceler özel bir önem kazanmaktadır.

AİHM’e göre 5/4 fıkrası kapsamında yapılacak denetimde, denetimi gerçekleştiren adli merciin her şeyden önce yasayla yetkili kılınmış, bağımsız, tarafsız, hukuka uygunluk denetimi yapabilen ve hukuka uygunluk sağlanmadığı takdirde kişileri salıverme yetkisiyle donatılmış bir organ olması gerekir. Bu anlamda AÎHM’e göre 5/4 fıkrası kapsamında yapılan denetim hem topluma hem de özel olarak ceza soruşturmalarında şüpheliye/sanığa güven vermelidir. AİHM’e göre söz konusu güvenin sağlanabilmesi için 5/4 fıkrası (habeas corpus güvencesi) kapsamında denetim yapan adli merciin bazı niteliklerinin bulunması zorunludur. AİHM kararları incelendiğinde, bu türden bir başvuru yolunda ve talebi inceleyecek yargı organında bulunması gereken nitelik ve özellikler, 5/1-c de dahil her türlü özgürlükten mahrum bırakma durumunda, şöyle sıralanabilir; “Habeas corpus güvencesi yargısal bir nitelik taşımalı ve somut olayın koşullarına uygun güvenceler sunmalıdır; denetim hukuka uygunluk (lawfulness - regularite) denetimi olmalı, çekişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine uygun bir yargılama yapılmalı, yargılama makul aralıklarla tekrarlanmalı ve kısa sürede sonuçlandırılmalıdır; Sözleşme ’nin 5 § 1 c) hükmü kapsamındaki (ceza soruşturmaları çerçevesindeki) tutuklamalarda, tutuklu olan kişi makul aralıklarla dinlenilmeli ve hakkında verilen kararlar gerekçeli olmalıdır. Talebi inceleyen organ, her ne kadar adil yargılanma hakkını koruma altına alan AİHS ’nin 6. maddesindeki güvencelerin tamamına sahip olmak zorunda olmasa da, bağımsızlık ve tarafsızlık ile, kanunla kurulmuş olma (doğal hâkim güvencesi) gibi temel yargısal niteliklerle donatılmış olmalıdır. Söz konusu yargılamada mahkemeye erişim hakkı, avukat yardımından yararlanma hakkı, tanık dinletebilme ve tanığı sorguya çekebilme hakkı gibi güvenceler koruma altına alınmalıdır; yargı organı sadece tavsiye niteliğinde görüş açıklama yetkisiyle donatılmış olmamalı, hukuka aykırılık halinde kişinin serbest bırakılmasına karar verme yetkisine de sahip olmalıdır. Sonuç olarak, ilgili, hâkim tarafından etkili bir şekilde dinlenilmeli, habeas corpus yargılaması kişiye teori ve pratikte makul bir başarı şansı ya da ümidi sunmalıdır; aksi halde söz konusu başvuru yolu etkili ve tüketilmesi zorunlu bir başvuru yolu olarak değerlendirilmeyecektir”(Mehmet Öncü, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Tutuklama(J): Tutuklulukta Makul Süre ”, Haşim Kılıç’a Armağan, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Cilt 1, Ankara 2015 s.1596-1598). Sözkonusu nitelikler belirtilmek suretiyle gözetilen amaç, diğer istisnai haller de dahil olmak üzere Sözleşme’nin 5/1/c kapsamında özgürlüğünden mahrum bırakılan bireylere etkili bir denetim yolu sunmaktır.

Anayasa’nın “kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. maddesinin, Sözleşme’nin “özgürlük ve güvenlik hakkı” başlıklı 5. maddesiyle hem lafzı, hem de içeriği ve amacı itibariyle hemen hemen aynı olduğu gözlenmektedir. Söz konusu benzerlik Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrası ile Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası için de geçerlidir. İlgili fıkralar hem lafzı, hem de içeriği ve amacı itibarıyla aynıdır. 19. maddenin 8. fıkrası uyarınca: “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir”. Her iki fıkrayla öngörülen güvencelerin amacı, özgürlüğünden mahrum bırakılan bireylere özgürlüklerini savunabilecekleri ulaşılabilir, makul başarı şansı veren ve bireylerde/sanıklarda güven duygusu oluşturabilen etkili bir yargısal denetim olanağı vermek, böylelikle kamu otoritelerinin keyfi biçimde kişileri özgürlüklerinden alıkoymasını engellemektir.

5271 sayılı Kanun’un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, Anayasa’nın 19. maddesinin 8. fıkrasında öngörülen güvenceler çerçevesinde değerlendirildiğinde, öncelikle ilgili (a) bendi ile getirilen tutukluluğa itiraz yolunun kapalı devre işleyen yapısı nedeniyle bireyler açısından makul başarı şansı veren ve şüpheli/sanıklarda güven duygusu oluşturabilen etkili bir yargısal denetim olanağı sunmadığı görülmektedir. Yukarıda ifade edildiği üzere bir yerde iki tane sulh ceza hakimi bulunuyorsa, ikisi birbirinin kararını denetlemekte ve onaylamaktadır. Bu itibarla, hâkim itiraz başvurusunu karara bağlarken kendi kararlarını denetleyen bir makamın kararlarının denetimini yaptığının bilinciyle hareket etmektedir. Bu açıdan itiraz başvurusunu değerlendiren sulh ceza hâkimlikleri arasında bir kısır döngü gerçekleşmekte ve bu kısır döngü/kapalı devre sistemi sulh ceza hâkimliklerinin kararlarına karşı benimsenen itiraz usulünün “etkili olmayan ve görünüşte bir denetim ” olmasına yol açmaktadır.

Böylece getirilen itiraz sistemi ile tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren bir koruma tedbirinin farklı bir bakış açısıyla daha güvenceli üst bir merciin denetiminden geçirilmesi olanağı ortadan kaldırılmıştır. Zira değişiklikten önceki sistemde itirazlar asliye ceza mahkemeleri ile bazı durumlarda ağır ceza mahkemelerince karara bağlanmaktaydı. Böylelikle tutuklama kararlarının “daha yüksek güvence sunan üst dereceli mahkemelerce farklı bakış açısıyla ” gözden geçirilmesi olanağı sunulmaktaydı. Bu şekilde kişilere daha güvenilir bir denetim imkânı verilmekteydi. Oysa getirilen düzenleme ile kapalı devre bir sistem oluşturularak tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağı kaldırılmıştır.

Sonuç olarak, Anayasa’nın 19. maddesinde öngörülen temel güvenceleri sağlamayan, kabul edilebilir haklı bir hukuki neden olmaksızın tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına en ağır müdahaleyi içeren koruma tedbirinin farklı ve daha üst mahkemelerce farklı bakış açılarıyla denetimden geçirilmesi olanağını ortadan kaldıran, “iç körlük" olasılığının yüksek olması nedeniyle kişisel önyargı/tercihlerin kararlara yansıması ve teknik-hukuki hataların yapılması riskini oldukça artıran, bu nitelikleriyle toplumda ve özel olarak ceza soruşturmalarına muhatap bireylerde güven duygusunu zedeleyen itiraz konusu düzenleme Anayasanın 19. maddesine de aykırıdır.

Yukarıda ifade edilen gerekçelerle, 5271 sayılı Kanun'un 268. maddesinin itiraz konusu (3) numaralı fıkrasının (a) bendinin, Anayasa’nm 2., 19. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmadık.

Başkan        Başkanvekili     Üye

Haşim KILIÇ   Alparslan ALTAN Erdal TERCAN

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı: 2015/12

KARŞIOY GEREKÇESİ

5271 sayılı Kanun’un 268. maddesinin itiraz istemine konu (3) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sulh ceza hâkimliğinin kararlarına yapılan itirazların incelenmesi usulü düzenlenmektedir.

İtiraz usulünün etkili bir kanun yolu olarak değerlendirilebilmesi için, öngörülecek kuralın “belirli” ve sanık haklarını yeterince güvence altına alan bir içerikte bulunması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de konuya ilişkin kararlarında, etkili olmayan bir itiraz usulünün “sözleşme” hükümleri ile bağdaşmayacağını ifade etmektedir.

Anayasa Mahkemesi, 3717 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (halen mülga) 10. maddesindeki “yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.” şeklindeki kuralı Anayasa’ya aykırı görmemiş (Any. Mah.nin 4.7.2013 tarih ve E.2012/100, K.2013/84 sayılı kararı); keza 2004 sayılı Kanun’un “icra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesi bulunması halinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması halinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hakimi ile asliye ceza mahkemesi hakiminin aynı hakim olması halinde ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir.” şeklindeki kuralı Anayasa’ya aykırı bulmamıştır. (Any. Mah.nin 1.11.2012 tarih ve E.2011/64, K.2012/168 sayılı kararı) Ne var ki birinci kararın incelenmesinde, itiraz istemine konu kuralla bir nebze benzerlik bulunduğu ilk nazarda anlaşılmaktaysa da: Anayasa’ya aykırı görülmeyen o kuralda (3713 sk. madde.10) “özgürlük hâkimr’nce verilen karara karşı yapılacak itirazda diğer hangi “özgürlük hâkimi”nin görevli olduğu belirtilmemekte ve işin doğası gereği (UYAP’daki tesadüfi sıraya göre) bu durum sanık hakları yönünden esaslı bir güvence oluşturmaktadır. İkinci kararın incelenmesinde ise “birden fazla Daire” şeklinde teşkilatlanan icra mahkemeleri söz konusu olup, iptali istenen kural da “koruma tedbirleri” olmayıp sadece “tazyik ve disiplin hapsi” ile sınırlıdır. Oysa itiraz istemine konu kural tüm ülke çapında teşkilatlanan “sulh hakimliklerini” düzenlemekte ve neredeyse tüm koruma tedbirleri konusunda (telefon dinleme, teknik takip vb. hariç) büyük yetkileri haiz olacak anılan mahkemelerin bu konularda verecekleri kararlara vaki itirazlarda, yine hangi sulh hakimliğinin görevli olacağı hüküm altına alınmaktadır. Sulh ceza hakimliklerinin “daire” şeklinde teşkilatlanmayıp her birinin müstakil birer yargı yeri oldukları kuşkusuz olduğuna ve “itiraz” üzerine diğer sulh hakimliklerinden hangisinin görevli olacakları işin doğasına (UYAP sırasına) uygun şekilde belirlenmediğine göre, bu durumun yukarıda işaret edilen mahkememiz kararlarındaki kural ve olgularla paralellik göstermediği açıktır. Şu halde, incelenen kuralın diğer kararlara konu kurallarla bir ayniyet ve benzerliğinin bulunmadığı görülmektedir.

Açıklanan nedenlerle, sulh ceza hakimliği kararlarına yapılan itirazların incelenmesinde, kural olarak “numara olarak kendisini izleyen” sulh ceza hakimliğinin görevli olacağı ilkelerini benimseyen kuralın, sanık hakları yönünden yeterince bir güvence sağlamadığı, belirlilik (dolayısıyla hukuk devleti) ilkesi ile örtüşmediği, etkili bir kanun yolu olarak nitelendirilemeyeceği, dolayısıyla Anayasa'nın 2. ve 36. maddeleri uyarınca Anayasa’ya uygun düşmediği ve iptali gerektiği kanaatine vardığımdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmadım.

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı: 2015/12

KARŞIOY YAZISI

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 268. maddesinin (3) numaralı fıkrasının 6545 sayılı Kanun’un 74. maddesiyle değiştirilen (a) ve (b) bentlerinde, sulh ceza hakimliği kararlarına karşı itirazların incelenmesi için yetkili merciler düzenlenmiştir.

Düzenlemelere göre, sulh ceza hakimliklerinin kararları, itiraz halinde yine sulh ceza hakimlikleri tarafından incelenecek olup, itiraz mercilerinin hangileri olacağı da önceden belirlenmiştir. Ayrıca, ilk tutuklama talebini reddeden sulh ceza hakimliğinin, tutuklama kararını itiraz mercii olarak inceleyemeyeceği belirtilmiştir.

Ceza hukukunun temel kurumlarından olan itiraz kurumunun temel amacı, bir hakim veya mahkeme tarafından verilen ve çoğunlukla temel hak ve özgürlüklere müdahale eden veya sınırlayıcı sonuçları olan kararların, olaya ilişkin değerlendirmeyi yapan ve belli bir kanaate ulaşan hakim veya mahkemeden farklı bir gözle ve tarafsızlıkla bir kez daha gözden geçirilmesi, ilk hakim veya mahkemenin kararından daha farklı bir sonuca ulaşılır ise o kararın kaldırılmasıdır.

İtiraz sonucu verilen kararlar kesindir. Bu nedenle itiraz merciinin, en az ilk kararı veren hakim veya heyet kadar donanımlı, deneyimli ve tarafsız olması gerekmektedir. Aynı düzeydeki yargı organları arasında itirazen yapılan ve kesin sonuca bağlanan incelemelerin Anayasa’nm 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi standartlarını gözetecek şekilde yapılmasının sağlanması, yasa koyucunun görevidir. Nitekim temyiz incelemesi bakımından da aynı evrensel esaslar geçerlidir. Türkiye henüz taraf olmamakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7. Protokolün 2. maddesinin 1. maddesinde, bir ceza mahkumiyeti alan herkesin, bu mahkumiyet veya cezanın daha üst bir mahkemece incelenmesini isteme hakkına sahip olacağı öngörülmüştür. Bir mahkumiyetin tekrar incelenmesinin, tarafsız olmak koşuluyla, cezayı verenden daha üst bir mahkemece incelenmesi, temyiz kurumunun mahiyeti icabıdır ve genel kabul gören, evrensel bir ceza hukuku ilkesidir. Aynı mantığın ve tekrar inceleme kurumunun niteliğinden kaynaklanan bu özelliğin, bir başka kanun yolu olan itiraz kurumu bakımından geçerli olmadığı söylenemez. Hukukun evrensel ilkelerini Anayasa hükümleri ile birlikte gözetmesi gereken yasa koyucunun bu konuda geniş bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, Anayasa’nın 142. maddesinde yer alan, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükmünün, itiraz merciinin üst düzeyli yargı organları varken, yasa koyucunun bunu istediği herhangi bir biçimde çözüme bağlamakta takdir yetkisine sahip bulunduğu şeklinde anlaşılamayacağı açıktır.

Açıklanan nedenlerle düzenlemenin, Anayasa’nın 2., 36. ve 142. maddelerine aykırı olduğu düşüncesindeyim.

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı: 2015/12

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvuruda bulunan sulh ceza hâkimi, E.2014/164 sayılı dosyamızdaki itiraza konu dosyasında tutuklama talebini karara bağladıktan sonra, 5235 sayılı Kanun’un “Sulh ceza hâkimliği” başlıklı 10. maddesinin Anayasa’nın 2., 19., 36., ve 37. maddelerine aykırılığı itirazında bulunmuştur.

Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 40. maddelerine göre, mahkemeler sadece “bakmakta oldukları” davalarda uygulanacak kanun hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir.

İlk incelemeye ilişkin kararımızın gerekçesinde, itiraz yoluna başvuran mahkemenin tutuklama talebini karara bağladıktan sonra itiraz konusu kuralın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmasına rağmen, tutuklama tedbiri gibi önemli ve acil karar vermeyi gerektiren durumlarda “bakılmakta olan dava” kavramının geniş yorumlanması gerektiği belirtilmektedir. Ancak, Anayasa’nın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinde, önemli ve acil durumlarda “bakılmakta olan dava” kavramının geniş yorumlanmasına imkân veren bir hüküm bulunmamaktadır.

Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkimi, tutuklama tedbiri konusunu karara bağlayarak dosyadan elini çektiğinden, önünde çözülmesi gereken bir uyuşmazlık kalmamıştır. Bu durumda, Anayasaya aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkiminin elinde bakılmakta olan bir davanın olduğundan söz edilemez.

İtiraza konu başvuru yapıldığında, Anayasa’ya aykırılık itirazında bulunan mahkemenin önünde bakılmakta olan bir dava bulunmadığından, birleştirme kararından önce E.2014/164 sayılı başvuru yönünden ilk inceleme sonucunda verilen karara katılmadım.

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Esas Sayısı : 2014/164 Karar Sayısı: 2015/12

KARŞIOY GEREKÇESİ

Anayasanın 152. ve 6216 sayılı Kanunun 40. maddelerine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak kanun hükümlerini Anayasaya aykırı görürse, o hükümlerin iptali talebiyle Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir.

Başvuruda bulunan sulh ceza hâkiminin, sorgu için önüne gelen bir iş sebebiyle sorgu evrakını karara bağladıktan sonra, 5235 sayılı Kanunun “Sulh ceza hâkimliği” başlıklı 10. maddesinin; bu dosya ile birleştirilen E.2014/174 sayılı dosyamızdaki itiraza konu dosyasında da, itiraz yoluyla baktığı başvuruda itirazı karara bağladıktan sonra 5271 sayılı Kanunun 268. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinin Anayasaya aykırılığı itirazında bulunduğu anlaşılmaktadır.

Sulh ceza hâkiminin, Anayasa Mahkemesine başvuru kararlarını almadan önce “sorgu işinin ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici mesele yapılmayarak sorgu evrakfnın ve “tutukluluğa itiraz işinin ivedi işlerden olması nedeniyle bekletici mesele yapılmayarak nöbet evrakı”nın karara bağlandığı yönündeki gerekçeleri, Anayasanın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanunun 40. maddesi gereğince Anayasaya aykırılık itirazında bulunabilmek için hâlen bakılmakta olan bir davanın bulunması zorunluluğunu kaldırmamakta ve anılan maddelerde, ivedi işler, mahkemenin “Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri” bırakacağı yönündeki ilkenin istisnası olarak da belirlenmemektedir.

Her iki itiraza konu somut olaylarda, Anayasaya aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkimi, önündeki işleri sonuçlandırarak dosyalardan elini çektiğinden, çözülmesi gereken bir uyuşmazlık kalmadığı gibi buna bağlı olarak elinde herhangi bir dosya veya evrak da bulunmamaktadır. Bu durumda, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında da belirtildiği üzere, Anayasaya aykırılık itirazında bulunan sulh ceza hâkiminin elinde bakılmakta olan bir davanın olduğundan söz edilemez (Benzer kararlar için bkz. 24/1/2001 tarihli ve E.2001/11, K.2001/3 sayılı; 31/5/2012 tarihli ve E.2012/57, K.2012/85 sayılı; 1/11/2012 tarihli ve E.2011/64, K.2012/168 sayılı kararlar).

Bu sebeplerle, birleştirilen iki dosyaya konu başvurular yapıldığında, Anayasaya aykırılık itirazında bulunan mahkemenin önünde bakılmakta olan bir dava bulunmadığından, başvuruların yetkisizlik nedeniyle ilk inceleme sonunda reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle, esasa geçilmesi yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

Üye             Üye           Üye

Hicabi DURSUN Celal Mümtaz AKINCI     Muammer TOPAL

Üye

Haşan Tahsin GÖKCAN

 

* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.

Paylaş:

Emsal Kararlar

Yeni Eklenenler

Sosyal Medyada Biz

error: Özderin Avukatlık Bürosu - Ankara - Uzman Kadromuza ulaşmak için lütfen arayınız ! 0312 428 03 13