B. Organ kavramı
Tüzel kişiliği olan topluluklar amaçlarına ulaşabilmek için kanunlarda tespit edilmiş olan çeşitli dış görünüşler altında kurulurlar. Kanun koyucu, bu kuruluş şekillerini belirtmekle yetinmeyip, her bir tüzel kişilik türü bakımından sahip olması gereken organları da ayrıca belirtmiştir. Tüzel kişilerin, faaliyette bulunabilmeleri de bu organların varlığına bağlanmıştır.
Yönetim kurulu, niteliği bakımından üyelerden oluşan bir kurul organdır. Organ kavramı tıpkı tüzel kişilik gibi soyut niteliktedir. Bu kelime, başlangıçta “alet” anlamında kullanılmasına karşılık, 19. yüzyılda yaşayan bir varlığa sahip olduğu kabul edilen tüzel kişilerde, hukukî kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır.[4] Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, organ kavramının nihaî ve tek bir tanımının yapılması mümkün görülmemektedir. Bu nedenle, organ kavramının doktrin ve içtihatlar doğrultusunda ana hatlarıyla; kanun maddeleri, tüzel kişinin statüsü, nizamnamesi veya iç talimatnameleriyle yetkili kılınan ve tüzel kişi için önemli olan korporatif görevleri devamlı ve bağımsız olarak, gerek üçüncü şahıslarla olan ilişkilerde, gerekse tüzel kişinin iç yapısında, yerine getirmesi için yetkili kılınan veya kendisine bu tip görevleri fiilen ve dışa karşı belli olacak şekilde bağımsız ifa yetkisi verilen şahıs veya şahıs gruplarıdır, şeklinde tanımlanması mümkündür.[5]
Organ tabiri hem tüzel kişinin iradesini, onun namına açıklamaya ehil olan gerçek kişileri, hem de bu kişilerden oluşan kurulu ifade eder. Anonim ortaklıklarda organ olarak tanımlanan birim, gerçek kişilerden oluşan kuruldur.[6]
Diğer taraftan anonim ortaklık organına, üyesi olan gerçek kişiler canlılık verir. Yönetim kurulu ancak kanunda öngörülmüş yeterli sayıdaki üyenin bir araya gelmesi ile belli konularda işlem yapabilme yeteneğine kavuşur.[7]
Gerçek kişilerin yanında tüzel kişilik olarak ortaya çıkmış olan varlıkların da hak ve borçlara ehil olmasının hukukî dayanağının ne olduğu konusu uzun süre tartışılmıştır. Bu hususta esas itibarıyla iki farklı görüş ileri sürülmektedir. Şöyle ki;
1. Fiksiyon teorisi
Roma hukukunda benimsenen gerçek kişilerin dışında başka hak süjesinin bulunmadığı görüşünden hareketle savunulmakta olan bu görüşe göre yalnızca gerçek kişiler fiil ehliyetine sahip kabul edildiğinden ancak bu kişiler hak ve sorumluluk sahibi olabilirler. Tüzel kişiler yapay olarak belli bir amacı meydana getirmek amacıyla hukuken yaratılmış varlıklar olduklarından yalnızca birer fiksiyondurlar. Bu teoriye göre, kanun koyucu sosyal bir takım ihtiyaçları karşılamak amacıyla aslında var olmayan duruma, varsayıma dayanarak bir hayat hakkı tanımıştır.[8]
Doktrinde özellikle Savigny tarafından savunulmuş olan bu teoriye göre; tüzel kişiliğin gerçek anlamda fiil ehliyetine sahip olmadığı kabul edildiğinden, kendilerini oluşturan kişilerden bağımsız irade oluşturma hakkı bulunmamaktadır.[9] Tüzel kişiliğin hukukî işlem yapabilmesi için gerçek kişilerin irade açıklamalarına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu durumda tüzel kişilerle organları arasındaki ilişkiye kanunda yer alan temsil hükümleri uygulanacaktır. Temsilcinin yaptığı bir sözleşmeyle temsil olunanın bağlı sayılabilmesi aralarında temsil ilişkisinin varlığını zorunlu kılar. Bu durum, temsilcinin temsil yetkisinin sınırlarını aşması ya da hukuka aykırı harekette bulunması durumunda önem kazanır.[10]
2. Gerçeklik teorisi
Bu görüş tüzel kişileri gerçek birer varlık olarak görmekte olup, bu kişilerin tıpkı gerçek kişiler gibi tüm hak ve borçlara ehil olabileceğini kabul etmektedir. Tüzel kişiler ilk kuruluşları esnasında, kurucu gerçek kişilerin bu yöndeki irade açıklamalarına ihtiyaç duymakta, sonraki aşamada ise kendi başlarına yeterli ve bağımsız varlık haline gelmektedirler.[11]
Gerçeklik teorisinin taraftarları bu görüşü, devlet ve diğer tüzel kişilerden yola çıkarak kabul etmektedirler. Gerçekten de devlet ya da diğer tüzel kişilerin kuruluşlarında bir araya gelen gerçek kişilerin iradesine ihtiyaç duyulurken, sonraki aşamada tüzel kişilik kendisini oluşturan kişilerden bağımsız varlık hâline gelmektedir. Ancak tüzel kişilerin faaliyette bulunabilmeleri için tüzel kişilik adına hareket edecek gerçek kişilerin varlığı gereklidir. Bu teoriye göre tüzel kişiler gerçek birer varlık olarak algılandıklarından tüzel kişiler adına hareket eden kişi ya da kişiler (arasındaki ilişki temsil teorisinde ileri sürülenin aksine) tüzel kişinin bir parçası olarak kabul edilir. Âdeta insanın kendi organlarını kullanması gibi tüzel kişiler de iradelerini ortaya koymada bu organlarından yararlanacaklardır. Bu durumda tüzel kişilik adına hareket eden kişinin irade beyanı tüzel kişinin kendi davranışı olarak kabul edilecektir.[12]