26 Aralık 2012 Çarşamba Günlü Gazetelerden Basında Yargı Haberleri
Resmi Gazete’de Bugün
26 Aralık 2012 Tarihli ve 28509 Sayılı Resmî Gazete | MEVZUAT |
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ
YÖNETMELİKLER
— Türkiye İş Kurumu İstihdam Uzmanlığı Yönetmeliği
— Bağımsız Denetim Yönetmeliği
— Atılım Üniversitesi İngilizce Hazırlık Okulu Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
— Bursa Orhangazi Üniversitesi Satın Alma Yönetmeliği
TEBLİĞLER
— İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği
— 2012 Yılı Kasım Ayında Düzenlenen Yatırım Teşvik Belgeleri Listesi
— 2012 Yılı Kasım Ayında İptal Edilen Yatırım Teşvik Belgeleri Listesi
— Özelleştirme Yüksek Kurulunun 20/12/2012 Tarihli ve 2012/196 Sayılı Kararı
YARGI BÖLÜMÜ
DANIŞTAY KARARI
— Danıştay Genel Kuruluna Ait Karar
İLÂNLAR
b - Artırma, Eksiltme ve İhale İlânları
CUMHURİYET
Kara bir leke
İktidara yaranma çabası YÖK’ün ODTÜ olayları için inceleme başlatması ve bazı üniversitelerin polis şiddetini görmezden gelerek öğrencileri kınaması öğretim üyelerinin tepkisini çekti. Akademisyenler, “ikbal kaygısıyla” hareket eden rektörlerin açıklamalarının “akademi tarihine kara leke” olarak geçeceğini vurguladı. Bildiride, “Polisin olayları başlattığı ve orantısız güç kullandığı gerçeğinin göz ardı edilmesi manidar” denildi.
HÜRRİYET
3'lü prizde 4 sır Başbakan Erdoğan'ın çalışma ofisinde bulunan böcek ile ilgili MİT'in "köstebek harekatı", şubattan beri titizlikle sürüyor. Elde edilen ayrıntılar olayın tam bir profesyonel organizasyon işi olduğunu gösterdi.MİLLİYET Tehlikeli cepheleşme
40'a yakın rektölük ODTÜ'deki gösterileri eleştirdi, YOK soruşturma başlattı. Pek çok öğretim üyesi ise ODTÜ'yü ve öğrencileri savunduVATAN Parazitten anladı
Ofisinde böcek bulunan Erdoğan'ın, telefon görüşmesindeki olağandışı parazitlenme üzerine şüphelenerek MİT'e talimat verdiği ortaya çıktı.RADİKAL ODTÜ de gururumuz Göktürk de
Başbakan'ın ODTÜ'de protesto edilmesi, Türkiye'nin gözde üniversitesini hedef haline getirdi.AKŞAM Evet, Esad sığınma istedi
Akşam, Suriye'nin şiddetle yalanladığı gelişmeyi açıklıyor...Türkiye Venezüella'ya, köşeye sıkışan Esad'ın sığınma talep edip etmediğini sordu. Venezüela Dışışleri yanıtladı: Evet, Başkan Chavez'e böyle bir mektup geldi.SÖZCÜ
Cemaat mi dinledi? Erdoğan'ın makam odasında, otosunda ve korumasında çıkan dinleme cihazları Ankara'yı alarma geçridi...Kulislerde "Cemaat fişi" deniliyor!AYDINLIK
Kırca'nın yanıtı
'Dönek televizyonlar, yandaş basın beni yıpratamaz. Kellemi koymuşum bu yola. Adeta Kubilay gibiyim.
HABERTÜRK
Askere yeni düzen
Habertürk TSK'nın görev sınırlarını yeniden çizicek mevzuat değişikliklerini açıklıyor.
SABAH
Kan donduran görüntüler
Gündemi sarsacak olay....SABAH, İstanbul'daki karakolda öldüresiye dayağın görüntülerine ulaştı.
POSTA
Başbakan Erdoğan'ın "Evimin altındaki ofisimde dinleme cihazı bulundu" sözüyle yeniden gündeme gelen 'yasa dışı dinleme' için gerekli ekipmanlara ulaşmak çok kolay. Elektrik pirizlerinin içine saklana bakıldığında dışarıdan hiçbir şekilde görülmesi imkansız bu dinleme cihazları 130 lira ile 950 lira arasında fiyatlara peynir ekmek gibi satılıyor.
BİRGÜN
Rektörler dün cuntaya eğildi bugün de AKP'ye
ODTÜ yönetimi şimdi de Üniversite rektörlerinin hedefinde. ODTÜ'de polis şidettini görmezden gelip öğrencileri suçlayan rektörler, 12 Eylül'de işkenceyi es geçip Evren'e fahri doktora veren cunta rektörlerini anımsattı.
ZAMAN
AB'den uzaklaşan Türkiye, cazibesini kaybeder
Türkiye’nin, Rum Kesimi’nin dönem başkanlığında AB Konseyi ile dondurduğu ilişkilerin, 1 Ocak’ta başkanlığı devralacak İrlanda ile tekrar canlanması bekleniyor. Ancak Ankara’nın AB reformlarını eskisi kadar ciddiye alıp almadığı konusunda şüpheler var. AP Liberal Grup Başkan Yardımcısı ve gölge Türkiye raportörü Lambsdorff, AB’den uzaklaşan Türkiye’nin küresel cazibesini kaybedeceğini söylüyor.
26 Aralık 2012
Uludere adalet bekliyor
34 sivilin savaş uçaklarıyla katledilmesinin üzerinden bir yıl geçmesine karşın olay aydınlatılamadı.
Şırnak’ın Uludere ilçesinde geçen yıl 28 Aralık’ta 34 sivilin savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesi dün Diyarbakır’da düzenlenen eylemle protesto edilirken siyasi parti ve sivil toplum örgütleri olayın faillerinin 1 yıldır belirlenememesine tepki gösterdi.
Siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve derneklerin oluşturduğu “Roboski için Adalet Platformu” Diyarbakır’da düzenlediği etkinlikte Uludere katliamının hâlâ aydınlatılamamasını eleştirdi. Platformu Koordinasyon Üyesi Hüseyin Bardakçı, katliamın sorumluları yargılanana kadar bu olayın peşinin bırakmayacaklarını belirterek “28 Aralık’ta Roboskililerle birlikte olacağız. Yitirilen canları orada anacağız” dedi. Daimi Meclis üyesi ve BDP Milletvekilleri Emine Ayna, Nursel Aydoğan, KADEP Genel Başkan Yardımcısı Nadir Yektaş ve platform üyeleri Uludere’de yapılacak anma etkinliğiyle ilgili Diyarbakır’da bildiri dağıttı. Aydoğan, “Roboski davası artık Roboskililerin değil, artık adalet arayanların davasıdır. Bu davayı unutmayacağız, unutturmayacağız” dedi.
Sendikalar AKP binalarına yürüyecek
Öte yandan DİSK, KESK TMMOB ve Türk Tabipleri Birliği (TTB), “Uludere aydınlatılsın” çağrısı yaptı. Toplantı sonrasında yapılan açıklamada 28 Aralık’ta tüm Türkiye’de AKP binalarına yürüyüş başlatılacağı ifade edildi.
Jandarma dayağına itiraz eden avukatlara hapis
Mahkumların jandarma tarafından dövülmesine itiraz eden üç avukata, 'memura hakaret' suçundan bir yıl iki ay 17'şer gün hapis cezası çıktı. İstanbul ’da, üç yıl önce mahkeme çıkışında müvekkillerini tartaklayan jandarmalara müdahale eden üç avukata, yalnızca jandarmanın hazırladığı tutanağa istinaden, ‘hakaret’ suçundan açılan davada bir yıl iki ay 17’şer gün hapis cezası verildi. Buna karşın jandarmaların mahkumları tartaklaması iddiasına ilişkin takipsizlik kararı çıktı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ’nde 2 Eylül 2008’de görülen bir yargılama sonrasında lavabo ihtiyacını dile getiren tutuklularla jandarmalar arasında arbede çıktı. Jandarmaların müvekkillerini dövdüğünü iddia eden avukat Taylan Tanay, Oya Aslan ve Nazan Yaman müdahale etti. Tutukluların darp edilmesinin önüne geçen üç avukat, jandarmalara ”Sizin hakkınızda suç duyurusunda bulunacağız” dedi. Jandarmalar da bir tutanakla onları şikayet etti. Hazırladıkları tutanakta avukatların, “İşkenceci jandarma, o... çocukları, katil jandarma, Amerikan köpekleri, şerefsiz askerler” diye hakaret ettikleri savunuldu. Avukatların sağlık raporları ve tanık ifadeleri ile delillendirdiği şikayet hakkında takipsizlik kararı verilirken; üç avukat için, Adalet Bakanlığı’ndan izin almaksızın, doğrudan dava açıldı.
İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, memura hakaretten açılan davanın son duruşması dün görüldü. Heyet üç avukata bir yıl iki ay 17’şer gün hapse hükmedip cezayı erteledi. Avukatlar cezanın infaz süresinin bitimine kadar velayet haklarından mahrum bırakıldı.
Ceza alan avukatlardan Taylan Tanay, örneğine ancak TSK ’da rastlanabilecek bir yargılama görüldüğünü belirterek “Bir tutanakla cezalandırma yoluna gidildi. Bu yargılamanın tüm yargı sistemini yavaş yavaş işgal ettiğini görüyoruz. Elde sadece jandarmanın tuttuğu tutanak var. Ne kamera kaydı ne tanık var. Öyle anlaşılıyor ki artık mahkemelere de ihtiyaç olmayacak” diyor.
Kamuya sınavla personel alınacak
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nde istihdam edilmek üzere sınavla 11 adet kadroya Avrupa Birliği uzman yardımcısı, Bakanlığın merkez teşkilatı birimlerinde çalıştırılmak üzere 28 adet kadroya sanayi ve teknoloji uzmanı alınacak. Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu ise 15 adet uzman yardımcısı kadrosunda görevlendirilmek üzere sınavla uzman yardımcısı alacak.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın Avrupa Birliği Uzman Yardımcılığı Giriş Sınavı duyurusu Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre Bakanlığın Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nde istihdam edilmek üzere sınavla 11 kişi, Avrupa Birliği uzman yardımcısı olarak alınacak. Alınacak uzman yardımcılarından 6’sının inşaat mühendisliği, 2’sinin mimarlık, 1’inin şehir ve bölge planlama, 2’sinin işletme eğitimi alanlar arasından seçilecek. Giriş sınavı, Bakanlık tarafından yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamalı olarak gerçekleştirilecek. Yazılı sınav 27 Ocak 2013 tarihinde Ankara’da yapılacak. Yazılı sınava katılmaya hak kazanan adayların isimleri ile sınav yeri ve saati, sınav tarihinden en az 10 gün önce ilan edilecek. Test olarak yapılacak yazılı sınavda başarılı sayılabilmek için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan almak gerekecek. Yazılı sınavda başarılı olanlardan yazılı sınav puanı en yüksek olandan başlamak üzere yapılan sıralama sonucunda atama yapılacak kadro sayısının 4 katı kadar aday, son sıradaki aday ile eşit puana sahip olanlar da dahil, sözlü sınava katılmaya hak kazanacak. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması gerekecek.
-28 SANAYİ VE TEKNOLOJİ UZMAN YARDIMCILISI ALINACAK-
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı merkez teşkilatı birimlerinde çalıştırılmak üzere toplam 28 adet sanayi ve teknoloji uzman yardımcısını sınavla alacak. 28 uzman yardımcısından 10’u elektrik mühendisliği, elektronik mühendisliği, elektrik-elektronik mühendisliği, elektronik ve haberleşme mühendisliği eğitimi alanlar arasından, 5’i endüstri mühendisliği, 3’ü çevre mühendisliği mezunları arasından seçilecek. Alınacak personelin 2’si inşaat, 2’si bilgisayar, 2’si mekatronik, 2’si biyomedikal, 2’si metalürji ve malzeme mühendisliği mezunu olacak. Giriş sınavı, yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamalı olarak yapılacak. Yazılı sınav 27 Ocak 2013 tarihinde Ankara’ da gerçekleştirilecek. Yazılı sınavın değerlendirmesi yüz tam puan üzerinden yapılacak. Sınavda başarılı sayılabilmek için en az 70 puan almak gerekecek. Yazılı sınavda başarılı olanlardan yazılı sınav puanı en yüksek olandan başlamak üzere yapılan sıralama sonucunda son sıradaki aday ile eşit puana sahip adaylar da dahil olmak üzere atama yapılacak kadro sayısının 4 katı kadar aday sözlü sınava katılmaya hak kazanacak ve sözlü sınava katılmaya hak kazananlar sınav tarihinden en az 20 gün önce Bakanlık internet sitesinde ve duyuru panosunda ilan edilecek. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için, komisyon başkan ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması zorunlu olacak.
-KAMU GÖZETİMİ MUHASEBE VE DENETİM STANDARTLARI KURUMU’NA 15 KİŞİ ALINACAK-
Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nun uzman yardımcılığı giriş sınavı duyurusu da Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’nda “uzman yardımcısı” kadrosunda görevlendirilmek üzere, Kurum Meslek Personeli Yönetmeliği çerçevesinde 15 kadro için meslek personel alımı yapılacak. 10 adet uzman yardımcısı (genel) kadrosu için; üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler ile ticari bilimler fakültelerinden veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtiçindeki veya yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olanlar arasından alınacak. 5 uzman yardımcısı (bilişim alanı) kadrosu için; üniversitelerin en az dört yıllık lisans eğitimi veren bilgisayar mühendisliği, elektrik-elektronik mühendisliği, elektrik mühendisliği, elektronik mühendisliği, bilgisayar ve bilgisayar öğretmenliği bölümlerinden veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtiçindeki veya yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olanlar arasından yapılacak olan yazılı ve sözlü sınav sonucunda başarılı olanlar Uzman Yardımcısı olarak alınacak. Giriş sınavı, yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamalı olacak.
'HSYK'nın açıklaması, mesleğimizin saygınlığına ve önemine saldırı mahiyetinde'
Adana Baro Başkanlığı, HSYK’nın 19.12.2012 tarihli Eskişehir Baro Başkanlığı ile ilgili basın açıklamasına karşılık olarak zorunlu bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Adana Baro Başkanı Av. Mengücek Gazi Çıtırık tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasında, “Eskişehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi hâkimi ile meslektaşımız Avukat Tuba Aksoy arasında 4.12.2012 tarihinde duruşma sırasında yaşanan ‘ayağa kalkma’ tartışması kamuoyunda geniş bir yankı bulmuş ve daha sonrasında gelişen olaylar üzerine HSYK, 19.12.2012 tarihli Basın Açıklaması yapmıştır. Basın açıklamasının içeriğinin son derece talihsiz, savunma mesleğini hiçe sayan, mesleğimizin saygınlığına ve önemine saldırı mahiyeti taşıyan vahim bir açıklama olduğu görülmüştür.” İfadelerine yer verildi.
“SAVUNMA YOK SAYILAMAZ, ŞEKLİ UNSUR OLARAK GÖRÜLEMEZ”
Eskişehir Baro Başkanı Av. Rıza Öztekin’e destek çıkan Adana Baro Başkanı Çıtırık, “CMK ve HMK’nın ilgili maddelerinde Avukatın ‘ayağa kalkacağı’ hususlar net bir şekilde belirtilmiştir. Avukatlık meslek kurallarımızın 17. Maddesine göre, (yargı organları ve adli mercilerle ilişkilerde karşılıklı saygının esas olduğu) düzenlenmiştir. Böylelikle Avukatlar, hakim ve savcılara ‘nezaket’ ve ‘saygı’ gösterecekleri gibi, aynı saygı ve nezaketi hakim ve savcılardan beklemeleri de en tabi haklarıdır. Özellikle HSYK açıklamasında dikkat çeken hususlardan biri de avukatlarımızdan saygı anlamında beklenenin duruşma salonundan veya odalarından “eğilerek” ve ”geri geri” ayrılma olması yönündedir. Bu beklenti de avukatlık mesleğinin ve savunmanın, onur ve vakarına saldırı niteliği taşımaktadır.” dedi.
“ÖNCE EĞİLME, SONRA KOŞMA!”
Paris Eski Baro Başkanlarından Avukat Carpertiers’in genç bir meslektaşına yaptığı uyarıyı HSYK’ya örnek olması anlamında hatırlatmak istediklerini dile getiren Çıtırık açıklamasında, Carpertiers’in “Önce eğilme, üzerindeki şerefli giysi, senin hiçbir makam ve kişi önünde eğilmemeni gerektirir. Sonra koşma. Bu giysi ile yüzyılların onur ve vakarını taşıyorsun. Bu giysi ile başın dik ve vakur dolaşmalısın.” sözlerine yer verdi. HSYK’nın ilerde soruşturabileceği bir olayla ilgili ve muğlak bilgilerle basın açıklaması yapması doğru olmadığını savunan Adana Baro Başkanlığı, Eskişehir Baro Başkanı hakkında Cumhuriyet Savcılıkları ve mahkemeler tarafından gereğinin yapılmasının talep edilmesini Anayasanın 138. Maddesinin 2. Fıkrasında yer alan “ Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”düzenlemesine aykırı olacağı görüşünü savunurken Av. Çıtırık, “Savunma mesleği yargının kurucu unsurlarındandır. Yok sayılamaz. Ve şekli bir unsur olarak da görülemez. İddia, savunma ve karar üçlüsü, karşılıklı saygı ve nezaket kuralları çerçevesinde adaletin gerçekleşmesi için görevlerini yerine getirmek zorundadır.” sözleriyle meslektaşlarına destek çıktı.
Danıştay Dava Daireleri arasındaki işbölümü kararı
Danıştay Genel Kurulu'nun Danıştay Dava Daireleri arasındaki işbölümü kararı Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. 132 üyenin katıldığı Kurul'da oy birliği ile alınan karara göre, dava dairelerinden 3., 4., 7., ve 9. Daireler vergi dava dairesi, diğer dava daireleri ise idari dava dairesi olarak görev yapacak. İdare mahkemeleri arasında görev ve yetkiye ilişkin uyuşmazlıklarda ve bağlantılı davalarda merci tayini, uyuşmazlığın esasını çözümlemekle görevli idari dava dairesince yapılacak. Vergi mahkemeleri arasında görev ve yetkiye ilişkin uyuşmazlıklarda ve bağlantılı davalarda merci tayini, uyuşmazlığın esasını çözümlemekle görevli vergi dava dairesince gerçekleştirilecek. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasına ilişkin davalar ve temyiz başvuruları, alacağın tahakkukuna ilişkin davalara bakmakla görevli dava dairesince çözümlenecek. Daha önce başka dairede görülmekte olan ve dairesi değiştirilen dava dosyaları, ayrıca bir karar verilmesine gerek olmadan mevcut halleriyle 31 Ocak 2013 tarihine kadar ilgili daireye devredilecek. İşbölümü kararı sonrası Danıştaya gelecek olan davalar ile kanun yollarına konu edilerek bozulan dava dosyaları da bu kararla belirlenen dairece sonuçlandırılacak.
Yargıtay'dan 'hukuki delil' yorumu
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mahkeme kararına dayanılarak yapılan aramada, Cumhuriyet savcısının bulundurulmamasının hak ihlali olmadığına karar vererek, bu şekilde elde edilen delilleri hukuka uygun kabul etti. Kurul'un gerekçesinde, “Usulüne göre alınmış arama kararına istinaden, herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan arama sonunda ele geçirilen delillerin, sadece arama sırasında bulunması gereken kişilerin orada bulundurulmaması nedeniyle hukuka aykırı elde edilmiş delil sayılmaları kabul edilemez” denildi.
Birecik'te ruhsatsız silah bulundurmak suçundan şüpheli sanığın evinde, Birecik Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararına dayanılarak arama yapıldı. Sanığın evinde, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 119/4. fıkrasında, “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmüne göre, Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın ve o yer ihtiyar heyetinden veya komşularından iki kişi bulundurulmaksızın, Mahkeme kararına istinaden arama yapıldı ve Kaleşnikof marka tüfeğe el konuldu.
Birecik Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılanan sanığa, ruhsatsız silah bulundurmak suçundan 5 yıl hapis cezası ve adli para cezası verildi.
Daire, hukuki delil kabul etmedi
Kararın temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay 8. Ceza Dairesi'ne geldi. Daire, yerel mahkemenin kararını bozdu. CMK'nın 119/4. fıkrasında, “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmü hatırlatılan Daire kararında, aramanın bu hükme uyulmadan yapıldığı belirtildi.
Kararda, arama sonucu suça konu silah ve eklerinin bulunduğu anımsatılarak, “CMK'nın 119/4 fıkrasına, 'yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' şeklindeki CMK'nın 217/2. maddesine ve yine aynı kanunun aykırı elde edilen delilin reddedileceğine ilişkin hükmüne aykırı olarak gerçekleştirilen arama işlemi sonucunda elde edilen maddi delil ile buna ilişkin düzenlenen ekspertiz raporunun hükme esas alınamayacağı” kaydedildi.
Daire kararında, sanığın suçu inkara yönelik savunması ve tüm dosya kapsamı karşısında, atılı suçu işlediğine ilişkin mahkumiyetine yeter kesin ve inandırıcı kanıt bulunamadığı da gözetilmeden sanığın beraatı yerine mahkumiyetine karar verilmesi bozma nedeni sayıldı.
Başsavcılık itiraz etti
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise Daire kararına itiraz ederek, kararın kaldırılmasını ve yerel mahkeme hükmünün onanmasını istedi. Başsavcılığın itirazında, olayda usulüne göre alınmış bir arama kararı bulunduğu, bu karara ve kararın infazı sırasında yapılan işlemlere yönelik herhangi bir itirazda bulunulmadığı ifade edildi.
Arama işlemine ve arama yapılırken birtakım hakların ihlal edildiğine yönelik sanıktan gelen herhangi bir yakınma da bulunmadığı belirtilen itirazda, bu şekilde yapılan aramanın hukuka aykırı olmadığı, elde edilen delilerin de hukuka aykırı delil sayılmayacağı belirtildi.
Kurul son sözü söyledi
İtiraz üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na geldi. Kurul, Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin bozma kararını kaldırdı, arama sırasında ele geçirilen ve Genel Kurul'un kabulüne göre hukuka uygun elde edildiği belirlenen deliller de değerlendirilerek, bir hüküm kurulması içen dosyayı yeniden Daire'ye gönderdi.
Kurul'un gerekçesinde, usulüne göre alınmış bir arama kararı bulunan somut olayda, bu karara ve kararın infazı sırasında yapılan işlemlere yönelik itiraz olmadığı, arama işlemine ve arama yapılırken birtakım haklarının ihlal edildiğine yönelik sanıktan gelen herhangi bir yakınma da bulunmadığı vurgulandı.
Gerekçede, bu nedenle, sırf arama sırasında şekle ilişkin koşulun ihlal edilmesine dayanılarak aramanın hukuka aykırı sayılamayacağı ve ele geçen delillerin “hukuka aykırı biçimde elde edilmiş delil” olarak nitelendirilmeyeceğinin kabul edilmesi gerektiği belirtildi.
Bazı haklar mutlak, bazı haklar nispi koruma altında
Prof. Dr. Bahri Öztürk, Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem ve Doç. Dr. Veli Özer Özbek tarafından hazırlanan Uygulamalı Ceza Muhakemesi adlı eserden örnek verilen gerekçede, şöyle denildi:
“Eserde bu konudan bahsedilirken, ikili bir ayrım yapılarak, bir tasnifte, hak ihlalinin niteliği üzerinde durulup, bir hukuk devletinde bazı hakların mutlak, diğer bazı hakların ise nispi koruma altında bulundurulduğu belirtildikten sonra buna bağlı olarak mutlak delil yasakları ve nispi delil yasakları kavramlarının ortaya çıktığı ifade edilmiştir. Buna göre, mutlak delil yasakları; sanığın kendisini suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması, bir kimsenin yakınlarını suçlandırıcı beyanda bulunmaya zorlanması, sanığa kendisi ile ilk temasa geçen yetkili tarafından susma hakkı, müdafi tayini isteme hakkı gibi bazı haklarının hatırlatılmaması, hayatın gizli alanına (özel hayata değil) yapılan müdahaleler olarak sayılmış, bunların dışında kalan durumlarda ise hakim tarafından oranlılık (ölçülülük) ilkesi göz önünde tutularak kamu yararı bakımından bir değerlendirme yapılması gerekliliğinden bahsedilmiştir.
Bu bağlamda, illiyet bağı, etkileme gücü ve hak ihlali kriterlerine yer vermeden yapılan bir değerlendirmenin, 'herhangi bir hakkın ihlal edilmediği, her türlü basit şekli aykırılıkların da mutlak bozma sebebi sayılmasını' gerektireceği için, böyle bir yaklaşımın ceza yargılamasında hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açabilecek son derece ağır sonuçları da birlikte getireceği kuşkusuzdur.
Her şekle aykırılığın aynı zamanda bir hak ihlaline de yol açacağı şeklindeki bir kabul isabetli olmayacağından, olayda olduğu gibi “Cumhuriyet savcısı, iki ihtiyar heyeti üyesi veya iki komşu”' bulunmadan yapılan bir aramada, CMK'nın 119. maddesine şekli bir aykırılık söz konusu ise de herhangi bir hakkın ihlal edildiği söylenemeyecektir. Usulüne göre alınmış arama kararına istinaden, herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan arama sonunda ele geçirilen delillerin, sadece arama sırasında bulunması gereken kişilerin orada bulundurulmaması suretiyle şekle aykırı hareket edildiğinden bahisle hukuka aykırı elde edilmiş delil sayılmaları ve mahkumiyet hükmüne dayanak teşkil edememeleri kabul edilemez.”
Ceza Genel Kurulu'nun 2007 tarihli bir kararında da aynı sonuca ulaşıldığına işaret edilen gerekçede, bu nedenle sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği yönündeki kararının isabetli olmadığı vurgulandı.
“Nispi ihlaller çoğalırsa”
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Kurul üyesi ise arama sırasında savcı bulundurulması fıkrasının “bulundurulur” şeklindeki son hükmünün emredici olduğu, sözcüğün esnetilemeyeceği, yorumla fıkraya değişik anlam yüklenmesinin de mümkün olmadığını belirtti. “Aramada hak ihlali yapılmamıştır” şeklindeki yoruma da katılmayan üye, açık, somut bir hukuk normuna aykırı aramanın bizatihi sanığa tanınan hakkın ihlali olduğunu savundu.
Hukukta, şekli ihlal ya da nispi ihlal/mutlak ihlal gibi bir ayrıma da yer verilmemesi gerektiğini belirten üye, şu görüşlere yer verdi: “Unutulmamalıdır ki bir gün nispi ihlaller çoğalabilir ve bu halde de usul kuralları ve güvencelerine yer kalmaz. Hukuk devletinde her suç aydınlatılmalıdır. Ancak her suç hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle aydınlatılmalıdır. 'Delillere kıymayalım' yorumuyla basit ihlal/mutlak ihlal, usule değil esasa bakılmalı biçimindeki yaklaşım hukuk devleti ilkesini de gereksiz kılan sonuca götürür. CMK 119/4'ün ihlalinin süreklilik kazanması, arama yapan güvenlik güçlerini de bir gün korumasız bırakacağı ve sorunlarla karşılaşılacağı unutulmamalıdır.”
Avukatlıktan hâkimliğe geçiş sınavında ikinci kez mülakat yapılacak
Adalet Bakanlığı, kopya iddiaları üzerine ÖSYM’nin iptal ettiği, idare mahkemesinin de ÖSYM işleminin yürütmesini durdurduğu 6 Mayıs 2012 tarihli avukatlıktan hakimliğe geçiş sınavı mülakatının yenilenmesine karar verdi. Sınavı kazanan 271 aday, 13-22 Şubat 2012 tarihleri arasında ikinci kez mülakata tabi tutulacak. Bakanlığın açıklamasında sınav sürecinde çıkması muhtemel yeni tartışmaların engellenmesi için mülakatın yeniden yapılacağı kaydedildi. Aday avukatların bir kısmı ise forum sitelerinde ikinci mülakat kararını eleştirdi. ÖSYM’nin iptal kararının mahkeme kararıyla kaldırıldığını belirten bazı avukatlar, yeni mülakatın 6 Mayıs’taki mülakatı kazanan adayları elemek amacıyla yapıldığını iddia ediyor. İlk mülakatın açıklanmasını isteyen söz konusu adaylar ikinci mülakata girmeyeceklerini öne sürüyor.
Y A Z A R L A R
ODTÜ'nün kınanmasına dair notlar
Üniversiteler, ODTÜ'yü kınamalara doyamıyor. 'Zehir zemberek' açıklamalar yağmur gibi yağarken, hafızadan siyah-beyaz bir Sadri Alışık filminin sahnesi geçiyor: Tek başına cakası ciddiye alınmayınca, kahvenin en muteber müşterisinin koluna girip 'Var mı abimle birlikte bana yan bakan?' diye nara atan Alışık'ın. Ruhu şad olsun. Peşinen not düşmeli: Kimsenin şiddeti olumladığı, ifade özgürlüğüyle şiddet kullanımını karıştırdığı; sırt çantasında getirilen taşa 'aferin' dediği yok. Fakat zamanlamadaki tuhaflık karşısında, şu soru fazlasıyla meşrudur: Ey kınayıcı üniversiteler... Bilim yuvalarında şiddetin ne kadar fena bir şey olduğunu idrak etmeniz nasıl oluyor da bir hafta sürüyor? Bu olayların meydana geliş tarihi 18 Aralık değil mi? Neden kınamak için yedi-sekiz gün beklediniz? Neden üzüntünüzü, Başbakan Erdoğan ODTÜ'yü, ODTÜ'lüleri kamuya açık alanlarda üç posta azarlamadan paylamadan önce yansıtmadınız? Ve neden tek kelime olsun; polis gücünün yoğunluğuna, derslik ve laboratuvarlarda üç gün ders yapılmasını engelleyen biber gazı kullanımındaki aşırılığa değinmediniz? ŞU TUHAF 'PAYDAŞ' KAVRAMI Üniversitelerin kınama açıklamaları -özellikle senato kararı içermeyenler- beraberinde 'temsil' tartışması başlattı: Atanmışlar, (rektörlerin) temsil sınırları nerede başlar nerede biter? Sorunun önemi, kınama açıklaması yapan bazı üniversitelerden, kısa süre sonra destek açıklaması gelmesiyle daha iyi anlaşıldı. Hacettepe Üniversitesi, ODTÜ'nün 'karşısında' bir pozisyon almadı. Ama açık destek de vermedi. 'Ortayolcu' bir izlenim bırakmaya özel bir itina göstermiş gibiydi. Rektör Prof. Murat Tuncer'in seçtiği kavram, bu 'araf' halini belirgin yansıttı. Prof. Tuncer, 'Güvenlik güçlerimizi ve öğrencilerimizi, birbirlerinin karşıtı değil, ülkemiz için çaba gösteren paydaşlar olarak görüyoruz' dedi. Paydaş? Ben paydaş kelimesini ilk kez, 2001 ekonomik krizi sonrasında, Dünya Bankası projelerini haberleştirirken duymuştum. Tercümesi de yeniydi galiba. (Ortak kelimesi yerine aranıp bulunmuştu) Kısacası, parasal karşılığı olan bir projeye farklı kesimlerden gruplar katkı sağlıyorsa, her bir kesime paydaş diyorlar. Bu kavram, 'akademia'da eğreti durur. Paydaş, biraz piyasacı bir teşbih olmuş. SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ ODTÜ'yü kınarken, aynı açıklamada hükümete teşekkürlerini sunan bir üniversite, sosyal medyada şaka konusu oldu: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi. Şakalardan değil ama üniversite profilinden bir ayrıntı aktaralım: Bir vakıf üniversitesi olan Sabahattin Zaim'in Mütevelli Heyeti'nde iki isim özellikle dikkat çekiyor: Türk Telekom'un yönetim kurulu üyesi Abdullah Tivnikli ile Başbakan Erdoğan'ın arkadaşı AK Parti kurucularından Mustafa Latif Topbaş. 104 ÜNİVERSİTEYE 15 MİLYAR Bu vesileyle bütçe paylarına da göz atayım dedim; Türkiye'de devlet üniversitesi sayısı 104'e ulaşmış. Yazıyla yüz dört. 2013 bütçesinde devlet üniversitelerine ayrılan pay ise 15 milyar TL. Bu yıla kıyasla yaklaşık 3 milyar liralık BİR artış var. ODTÜ tartışması, tatsız başlamasına rağmen bence hayırlı oldu. Tartışma, üniversitelerde demokratik standartlar, akademik ve mali özerklik açısından verimli bir platforma dönüşebilir.
ÇİĞDEM TOKER/AKŞAMSehven oluvermiş!
İstanbul’da yürütülen Askeri Casusluk ve Fuhuş Davası’nın 1 numaralı sanığı Albay İbrahim Sezer’in telefon zabıtlarına onun ağzından bir cümle ekleyen iki polis önceki gün hâkim karşısına çıktı. Görevi kötüye kullanma suçundan yargılanan Komiser Haşim Gülal ve Polis Memuru Sezai Akgün’ün 3 yıla kadar hapsi isteniyor. Albay Sezer’in fuhuş çetesinin lideri olan Vika adlı kadınla ilgili olarak zabıtlarda “Ben ondan sonra Vika’nın yanına uğrarım ...meye” sözleri yer alıyor. Albay Sezer, duruşmalarda Vika’yı tanımadığını söylemişti. Sezer’in avukatı Mahir Işıkay, telefon görüşmesinin dinletilmesini istedi. Dinlenen telefon kayıtlarında Vika’nın adı geçmiyordu. Komiser Haşim Gülal, yapılan hata fark edilince düzeltme tutanağıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletildiğini söylüyor. Sezai Akgün de “Dinlemelerin çözümünü ben yaptım. Bulunduğumuz büroda en az 10 personel aynı anda çalışır. Ben arkadaşlarımla birlikte çözüm işini yaparken ‘Vika’ ismi sıklıkla geçiyordu. Bu isme önem verdiğimiz için bu isme takıldım ve çözüm yapılırken sehven tutanağa bu şekilde geçtim” demekte... İşlemin sehven değil, kasıtlı yapıldığını söyleyen emekli Albay İbrahim Sezer diyor ki mahkemede: - Benim ‘Vika’ adlı fuhuş çetesiyle bağlantım yok. Beni kasten oraya eklediler. Benim gibi 56 Türk subayının da hayatına etki etti bu durum... Bu davada 56 subay yargılandı. Çoğu aylarca hapis yattı. Terfileri engellendi. Tek olay bu değildir. Başta Balyoz olmak üzere birçok davada sahtelik iddiası var. Bu tertipler masum insanları hapislerde çürüttüğü gibi yargıya olan güveni de çürütüyor.
Bak şu konuşana! Ülkede onca haksızlık, hukuksuzluk olurken üniversitelerimizin sesi çıkmaz... Biz de zaman zaman: - Üniversitelerimiz neden susuyor, diye sorardık. Artık sormamıza gerek kalmadı! Aralarında Muş Alpaslan, Bingöl, Uşak, Afyon Kocatepe, Bezmialem, Sabahattin Zaim gibi adları az duyulmuş üniversiteler ile İTÜ, Galatasaray, Yıldız, Marmara, Mimar Sinan gibi ünlüler dahil 14 üniversite sesini gür biçimde çıkardı... Tepki gösterdiler... Kime mi? ODTÜ’de polisin saldırdığı öğrencilere... Ve “Protestonun demokratik bir hak olduğu” hatırlatması yapan ODTÜ Rektörü ile öğretim üyelerine karşı! 14 üniversite ODTÜ’yü “bilim ve gelişmeye karşı” olarak nitelediler... CHP Bursa milletvekili Doç. Aykan Erdemir, dün ODTÜ’nün uluslararası bilim dünyasındaki yerine ilişkin bazı hatırlatmalar yaptı. - 2012 Times “Yüksek Öğretim Dünya Üniversiteleri İtibar Sıralaması”nda Türkiye’deki üniversiteler arasında ilk 100’e giren tek üniversite. - Aynı araştırmada 201-225. sıralar arasında yer alan Türkiye’nin en başarılı üniversitesi. ODTÜ’yü “Bilime ve Gelişmeye Karşı” olmakla suçlayan 14 rektöre iki minik soru soralım; - Sizin dünya itibar sıralamasında yeriniz nedir? Yerinizi boşverin, birçoğunuzun esamisi okunuyor mu? - Bugüne kadar iktidara yönelik tek bir eleştiri yapmamanızın nedeni eleştirilecek bir şey görmemeniz midir? Yoksa iktidardan kimi beklentiler içinde olmanız mıdır? NOT: Bu arada kendi üniversitelerinin ODTÜ konusunda aldığı tavrı protesto eden Galatasaray Üniversitesi’nin çoğunluğu araştırma görevlisi 60 öğretim üyesini candan kutluyoruz...
MELİH AŞIK-MİLLİYET
‘Tek ses’ seven demokratlar!!
Milliyet’te Melih Aşık yazdı; Kopenhag’da “Danimarka Kraliyet Kütüphane-si”nde geçen ay bir “Ermeni Soykırımı” sergisi olmuş. Türk Büyükelçiliği “tek taraflı ve tümüyle Türkiye aleyhine bir anlatım” olması nedeniyle haklı olarak tepki göstermiş. Bunun üzerine (asıl demokrasi, hak, tarafsızlık anlayışı bu işte) Türkiye’nin de alternatif sergi açmasını teklif etmiş.
Ve bilin bakalım bu teklife “Ermenilerden önce” kim karşı çıkmış? Tabii ki “Türk ‘aydın’ları”.. Neden karşı çıkıyorlar; çünkü onlar “Ermenilerden daha çok” Türkiye’nin Ermenilere soykırım uyguladığına inanıyorlar. Aralarında Taner Akçam, Fatma Müge Göçek, Halil Berktay gibi ezelden beri “Türkiye’nin soykırım yaptığını” önce ABD’ye, sonra AB ülkelerine kabul ettirmeye çalışan ve Ermeniler tarafından ABD gazetelerinde, üniversitelerinde kendilerine imkanlar tanınan, dünya çapında konferanslar verdirilen (ve hatta bazılarına akademisyenlik kariyerlerinde her kolaylık sağlanan) isimler var ki bu şaşırtmıyor.. Onların nedeni malum.. Ama ya diğerleri?
“TÜRKİYE’YE İZİN VERMEYİN!”
Mesela ABD’de verdiği konferanslarda “Ben aslında Ermeni soykırımı hakkında fazla bilgiye sahip değilim” diyen ama aynı konuşmada gayet emin şekilde “Türkiye’nin mutlaka Ermenilere soykırım uygulamış olduğunu” söyleyebilen Murat Belge? Geçen yıllar içinde “fazla bilgiye sahip” mi oldu acaba, yoksa hala “bilmeden emin” durumda mı?
BDP’li Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, BDP’li Sırrı Sakık, “Milliyetçilik mi insanları aptallaştırıyor, aptallar mı milliyetçi oluyor” demiş olan Ufuk Uras “Ermeni soykırım iddiası uzmanı” mı kesildiler? Danimarka Kütüphanesi’ne yönelik bildiri yayınlayan ve “Türkiye’ye alternatif sergi açması için izin verilmemesini” isteyen 37 “aydın” arasında ismi olan Ahmet Altan, Baskın Oran, Nilüfer Göle, İpek-Oral Çalışlar gibi “liberal demokrat” tanımına giren isimler acaba liberal ve de demokratlığın “kendi ülkesine, kendi tezini açıklama şansı verilmemesi, bu şansın sadece Ermenilere verilmesi” olduğunu mu düşünüyorlar?
NE ‘İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ANLAYIŞI’ AMA..
Yani gerçekten merak ediyorum, mesela “demokratım” diyen bir siyaset bilimci veya gazeteci “iki cephe”nin mevcut olduğu ve her iki tarafın da kendi tezini savunduğu bir durumda (özellikle bu konuda “Türkiye resmen ve defalarca ‘gelin masaya oturup arşiv belgelerini birlikte inceleyelim’ diye teklif yapmış ve tüm Ermeni tarihçiler kesinlikle reddetmiş”ken) tek bir tarafın dünyaya kendi tezini kabul ettirmeye çalışmasına ve diğer tarafın susturulmasına mı demokrasi, ifade özgürlüğü diyorlar? Bu mudur? Öyleyse sadece yurt dışında faaliyet göstermesinler, bunu da açıklasınlar, hepimiz öğrenelim yani..
Bu imza atan 37 kişi; Ermeni tehcirinin “1. Dünya SavaşI sırasında Ermenilerin Türkiye’yi arkadan vurması, düşmanla; Rus ve Fransız ordularıyla birlik olması nedeniyle zorunlu olarak ve sadece bu eylemlerin yer aldığı bölgelerden yine Osmanlı toprakları içine gönderilerek yapıldığını (isteyen Ermenilerin İstanbul ve diğer illerdeki yakınlarının yanına gittiğini), diğer şehirlerdeki vatandaşların rahatça yaşamına devam ettiğini.. Ermenilerin emperyalist ülkelerin kışkırtmasıyla 1915’ten yıllar önce daha 1800’lü yıllarda olayları, isyanları cinayetlerle başlattığını.. Her iki taraftan hayatını kaybedenlerin sayısının arşivlere göre birbirine yakın olduğunu (sonradan sayı arttırılarak sonunda“1.5 milyon” sayısına ulaşsalar da)..
Ermenistan’ın ilk Başbakanı Johannes Kaçaznuni’nin “Biz diğer ülkeler tarafından ‘size toprak vereceğiz’ yalanlarıyla aldatıldık, olayların sorumlusu biziz, Osmanlı bize çok hakkaniyetli davrandı” diyen bir bildiri yayınladığını (bu nedenle ve gerçekler öğrenilmesin diye Ermenistan’ın arşivlerini araştırmacılara açmadığını)..
Türkiye’nin Ermeni soykırımı yaptığını iddia eden ve yıllar boyu referans gösterilen “Mavi Kitap” için yazarının sonunda “Bu kitap Ermeniler tarafından finanse edilerek yazdırıldı” dediğini..
İNGİLİZ MAHKEMESİ’NİN KARARI
İngilizler’in Malta’da soykırım iddiasıyla ilgili mahkeme kurarak olayların sorumlusu gördükleri 120 kişiyi yargıladığını ve hepsine beraat kararı çıktığını.. Aynı mahkemenin “ABD’nin elinde de ‘soykırım yapıldığına dair’ belge olmadığını” açıkladığını.. Bunları bilmiyorlar mı?
Bir kısmı bilmiyor, bilmediğini de itiraf etmesine rağmen gidip dünyaya karşı “Türkiye kesin soykırım yapmıştır” diye çırpınıyor. Bir kısmı ise gayet iyi biliyor, yıllardır bu konu üzerinde çalışıp yazılar yazıyor ama bilmesine rağmen bunu yapıyor.
YABANCI TARİHÇİLER
Onlar böyle davranır ve son olarak da Danimarka Kütüphanesi’ne “Türkiye’ye alternatif sergi fırsatı vermeyin” derken, Andrew Mango, Bernard Lewis gibi İngiliz tarihçiler, Justin Mc Carthy, Guenter Lewy gibi ABD’li tarihçiler uzun yıllardır tüm engellemelere rağmen “Yaşanan olayların soykırım olmadığını, Türkiye’nin bu baskıyı kabul etmemesi gerektiğini” tekrarlayıp duruyorlar, konferanslar veriyorlar.
Ne yaman bir çelişkidir değil mi?
İnsanlar elbette “farklı görüşlere sahip” olabilirler ama bütün bu gerçekler ortada dururken “tek ses” istemeleri ve bunu sağlamak üzere imza toplamaları için (ki bazıları yıllar önce bir ABD TV kanalında konuşacak olan Türk tarihçileri engellemek üzere aynı gayreti gösterdiler) bir açıklama bulmak mümkün değil. Sadece “çok yazık” denebilir buna.. Nokta son!
RUHAT MENGİ-VATAN
Karargah'ın sivil toplum ve medya faaliyetleri! Hakim Hüsnü Çalmuk'un 2005-2009 yılları arasında Bilgi Destek Şubesi'nde kullanılan bilgisayarlar üzerinde yaptığı inceleme sonucu hazırladığı 12.12.2012 tarihli 200 sayfalık rapordan bahsediyorum iki gündür... Bu raporda yazanlar Genelkurmay'ın kendi itirafları adeta... Bakın dönemin Genelkurmay yetkilileri AK Parti hükümetini devirmek için nasıl "sivil toplum ve medya" girişimleri yapmış... -ADD üyelerine kitap ve broşür yardımı yapılabilir. Önemli yazılar, görüşler, 'kanaat önderlerine' medyanın yayın yönetmenlerine ve önemli yazarlarına, yanlı yansız STK'lara, STK sitelerine, STK liderlerine, ziyaret sayısı fazla internet sitelerine, milletvekillerine dolaylı gönderilmelidir. - R.Z.'ye Türk kimliği hakkında konferans verdirilir. - Ergenekon operasyonunda pasifize edilmek istenen G.K., V.Y., K.A. ve D.P.'yi destekleyici proje. - B.A.'ya konferans verdirme, kitaplarını satın alıp kütüphanelere dağıtmak, kitap önerisi yapma, öğretim kurumlarında çok okunan yazar seçilmesi ve ödüllendirilmesi.
Sahte isimlerle kara propaganda kitapları Bu arada, Bilgi Destek Dairesi'nde, Sarıkız darbe planı döneminde Ergün Poyraz'a yazdırılan kitaplar gibi, sahte isimlerle kitap yazdırılması planı da çıktı. - Türbandan kurtulma özgürlüğü tartışılmalı, irtica konusunda kara propaganda tarzı kitaplar bastırılmalı ve dağıtılmalı. Tarikat, cemaat, yeşil sermaye, dolandırıcılık vs. ile ilgili akıcı bir dille yazılacak ve yazar için farklı isimler kullanılacaktır.
Maceraperestlere örtülü destek - Desteklenecek kişi, grup ve kişiler durumlarına bağlı olarak desteklenir. Maceraperest, kontrol edilemeyen kişi ve kurumlar tamamen örtülü olarak desteklenmelidir. (Örneğin bastığı kitaplardan çok sayıda alınır, kitaplar imha edilir.)
Muhafazakar-milliyetçi görünümlü anketler - Türban, irtica ile anketleri hazırlayan şirketler muhafazakar, dinci, milliyetçi gibi özelliklere sahip olmalı veya böyle bir görüntü vermesine dikkat edilmelidir. Bu durumda inandırıcılık artacaktır.
Cemre Hareketi başlatılabilir - Cemre hareketi başlatılabilir. Aydın din adımları bu oluşumun içinde olacak. Gerçek dini, kitleleriyle anlatacaklar. Bu hareketin desteklenmesi ve kamuyouna taşınması gerekiyor. - Genelkurmay'ın MGK'ya sunduğu bir türban raporu varmış. Bu raporun kamuoyuna yansıtılması ve tartışma konusu yapılması lazım.
Medyaya 'özel' katliam hikayeleri - "İrticai faaliyetler takvimi" adı altında sıralanan Sivas katliamı, Kahramanmaraş ve Çorum Olayları, Turan Dursun'un öldürülmesi, Danıştay baskını, başörtüsüne karşı çıkan baro başkanın öldürülmesi, 31 Mart Ayaklanması, Gonca Kuriş'in öldürülmesi, Bahriye Üçok'un öldürülmesi gibi katliamların hikayeleri hazırlanmalı ve katliamların yıldönümü öncesinde kamuoyu yaratacak kişilere, medyaya bu hikayeler gönderilmeli.
RASİM OZAN-TAKVİM
Dul ve yetimlere aylık müjdesi!
Müjdenin ne olduğuna girmeden önce konuyu kısaca özetleyelim. Bildiğiniz gibi çalışma hayatındayken veya emekli olduktan sonra vefat eden kişilerin aile fertlerine dul ve yetim aylığı bağlanıyor. Ölen kişi emekliyse, almakta olduğu aylık doğrudan hak sahiplerine paylaştırılıyor. Ancak kişi henüz emekli olmadan ölmüşse, bu durumda sosyal güvence kapsamında çalıştığı sürelere bakılıyor. Eğer bu süreler dul ve yetim aylığı bağlanmasına yetiyorsa aylıklar bağlanıyor, yetmiyorsa primler hak sahiplerine iade ediliyor.
SSK'da 5 yıl ve 900 gün aranıyordu
2008 yılında uygulamaya giren sosyal güvenlik reformuyla birlikte, ölen SSK'lının (4/a) hak sahiplerine aylık bağlanabilmesi için en az 5 yıllık sigortalılık süresi ve 900 prim günü aranıyordu. Kişi 1 Ekim 2008'den önce vefat etmişse, hak sahipleri örneğin askerlik borçlanması yaparak eksik günleri tamamlayabiliyordu. Fakat 1 Ekim 2008'den sonra vefat edenler için borçlanma yaparak eksik süreleri tamamlama imkanı yoktu. İşte tam da bu konuda Yargıtay emsal teşkil edecek bir karar verdi.
Müjde Yargıtay'dan geldi
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin kararına göre SSK'lı bir kişi 1 Ekim 2008'den sonra vefat etmiş olsa bile 900 prim gününü tamamlamak için borçlanma yapılabilecek. Karara esas teşkil eden olay şöyle gelişiyor: 1997 yılında sigorta girişi bulunan İsmail K. 19.11.2008 tarihinde vefat ediyor. Yakınları dul-yetim aylığı için SGK'ya başvuruyor fakat merhumun prim günü 663 gün olduğu için yani 900 günden az olduğu için aylık talepleri reddediliyor. Askerlik borçlanmasıyla 900 günü tamamlama istekleri de aynı şekilde reddediliyor. Konu yargıya taşınıyor ve Yargıtay, yukarıda özetlediğimiz şekilde, hizmet borçlanmasıyla (askerlik, doğum, yurtdışı vb.) 900 günün tamamlanabileceğine ve İsmail K'nın yakınlarına dul-yetim aylıklarının bağlanması gerektiğine karar veriyor.
Emsal teşkil edecek
Yargıtay kararı, benzer durumda olan binlerce vatandaşımız için emsal teşkil edecek. Buna göre:
· SSK'lı eşinizi, babanızı, annenizi veya çocuğunuzu 1 Ekim 2008'den sonra kaybettiyseniz,
· Merhumun 5 yıllık sigortalılık süresi var ancak prim günü 900 günden eksikse,
· Hizmet borçlanması yaparak 900 günü tamamlayabiliyorsanız,
· SGK gün eksiğinizden dolayı aylık talebinizi ve borçlanma isteğinizi reddetmişse, tekrar SGK'ya başvurabilirsiniz. Sanırım bu karardan sonra SGK da uygulamasını gözden geçirecektir. Aslında söz konusu karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu veya İçtihadı Birleştirme Kararı olmadığından, hukuken bağlayıcılığı bulunmuyor. Fakat yine de görülmekte olan veya açılacak davalar için emsal teşkil edebilecek önemli bir karardır.
Bu arada borçlanma yoluyla tamamlanabilen süre 900 günlük prim şartını kapsıyor. Dul yetim aylığı için diğer şart olan 5 yıllık sigortalılık süresini borçlanarak tamamlayamıyorsunuz. Dolayısıyla prim günü yeterli olduğu halde 5 yıllık sigortalılık süresi eksik olduğu için dul-yetim aylığı alamayan vatandaşlarımız için şimdilik bir müjde veremiyoruz.
SADETTİN ORHAN-BUGÜN
Zorba yönetim nasıl olur?
Birçok entelektüel okurlarımızdan mesajlar geldi.
“Kuvvetler ayrılığından şikâyet eden Sayın Başbakanımız’ın, Montesquieu’den haberi yok mu?” diye soruyorlar. Demokrasinin temeli olan “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi, 1689-1755 yılları arasında yaşayan büyük Fransız düşünürü Montesquieu’nun felsefesidir. Tüm dünyayı etkileyen siyaset bilgini Montesquieu diyor ki: “Zorbalık, kendini her şeyin sahibi sanan bir kişinin yasalara uymadan keyfî yönetimidir. Zorbalığın temel ilkesi korkudur. Bu korku, cesareti kıran ve girişimi engelleyen bir korku olup, şan ve şerefe yönelirse, isyanlara sebep olabilir. Bozulan her yönetim, ister istemez zorbalığa yönelir. Zorba yönetimlerde tartışmasız, özürsüz ve mutlak bir itaat zorunluluğu vardır. Buradaki mutlak itaat bireylerin bilgisizliğinden doğmuştur. Kuvvetler ayrılığı, despotluğu önler.” Montesquieu demek istiyor ki, bir ülkede bireylerin hak ve özgürlüğünü korumak, ancak kuvvetler ayrılığı prensibine uyularak sağlanabilir. Yasama, yürütme ve yargı gücü bir elde toplanmışsa ve yargı bağımsızlığına uyulmamışsa orada siyasî özgürlükler yoktur. Demokraside, yargı bağımsız ve siyasetin dışında olacak. Başbakan ve bakanlardan oluşan yürütme gücüyle, Meclis’in yetkisinde bulunan yasama gücü ve yargıçlara tanınan yargılama yetkisi birbirlerinden mutlaka ayrılacak. Bu güçlerin her biri kendi yetkilerini kullanarak birbirlerini denetleyecek. Demokrasi, hak ve adalet, ancak böyle sağlanır!
TOKMAK/SÖZCÜ
* Yargı mercileri tarafından verilen kararlar yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine ve olayın özelliklerine göre verilen kararlar olup; kararların emsal karar olarak uygulanıp uygulanmayacağı her somut olay özelinde ayrıca değerlendirilmelidir. Kapsamlı değerlendirme ve benzer içtihat örnekleri için ilgili departmanımız ile iletişime geçiniz.